ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi James Jeffrey’in gündeme ilişkin açıklamaları basına yansıdı. (Habertürk, 26 Mart 2018) Bir gazeteci arkadaşımızın sorularını yanıtlayan Jeffrey’in özellikle Münbiç konusunda şu sözleri dikkat çekiciydi:
“Münbiç stratejikti çünkü YPG o bölgeden Afrin’e ilerleyebilirdi ama artık bu da mümkün değil. Münbiç ABD ve Türkiye için artık o kadar önemli değil bu nedenle bir anlaşmaya varılması zor değil.”
Evet dikkat çekiciydi bu sözler. Çünkü aynı Jeffrey bundan bir yıl önce (Habertürk, 4 Mart 2017) yaptığı açıklamalarda Münbiç konusunda Ankara’ya şu tehditvari mesajı gönderiyordu:
“Siz nasıl El Bab’ı aldıysanız biz de Münbiç’i aldık. Siz El Bab’da karar verici merci olmak istiyorsunuz, biz de Münbiç konusundaki kararları vermek istiyoruz.”
Görüldüğü gibi iki söyleşideki sözler arasında dağlar kadar fark görülüyor. Bir yıl öncesindeki kararlı, Türkiye'ye meydan okuyan tutum bir yıl sonraki söyleşide görülmüyor. Ayrıca dünkü söyleşide aktardığımız “Münbiç stratejikti çünkü YPG o bölgeden Afrin’e ilerleyebilirdi ama artık bu da mümkün değil” ifadesi bir itirafı da içinde barındırıyor. Bu, “koridor planımız Münbiç ile Afrin’i birleştirme üzerineydi, Türkiye bunu bozdu” itirafıdır. Sonuçta Afrin’i teröristlerden temizleyen ülke ne ABD ne de Rusya’ydı. Bu temizliği Zeytin Dalı Harekatı’yla Türkiye gerçekleştirdi. Rusya ile doğru diplomatik ilişki kurarak yapılan bu temizlik, ABD’nin koridor hayalini bitirdi. Jeffrey'de bu hayalin sona erdiğini bu cümleyle kabul etmiş oldu.
Gelelim başlıkta sorduğumuz sorunun yanıtını vermeye... Evet, ABD’nin yıllarca Ortadoğu politikalarını belirleyen isimlerinden biri olan James Jeffrey’i değiştiren Türkiye’nin zor gücü oldu. Yıllarca içerideki FETÖ ve gladyo unsurları ile dizginledikleri, içeriden vurdukları Türkiye Cumhuriyeti, hendek/barikat operasyonlarıyla o dizginleri kırmaya başladı. 15 Temmuz sonrasında da FETÖ temizliği yaparak Suriye konusunda adım adım Batı kontrolünden çıktı, ulusal güvenliği için zor gücünü devreye soktu. Yani dünyaya zor gücüyle hükmetmeye çalışan bir kuvvet olan ABD’ye kendi zor gücüyle yanıt verdi.
Ayrıca Türk milletinin bu haklı politikanın arkasındaki duruşunu gördü. İçeriden her türlü nifak girişimlerinin başarısızlığa uğraması, politik duruşu ne olursa olsun insanlarımızın ordusunun arkasında durması ABD'yi korkuttu. Hemen hemen her diplomatik temasta Amerikalıların Türk muhataplarına "Türk milletindeki Amerikan karşıtlığının artmasından duydukları endişeyi" aktarmaları bu korkunun tezahürüdür.
Tarihin tunç kanunlarından biridir. Zalimler saygı duymadıkları hiçbir güçten çekinmezler. Bugünün zalimlerini söylememize gerek yok sanırım. Yaklaşık 70 yıldır atom bombalarıyla, işgalleriyle, katliamlarıyla, soykırımlarıyla , çıkardıkları iç savaşlarla dünyanın tüm mazlumlarına savaş açanlar onlar... Bu savaşlarını da “demokrasi, insan hakları” sözleriyle süsleyerek hiçbir mazluma acımadılar. Ancak bu acımasız, en modern ölüm makineleriyle saldırıların psikolojik altyapısında ise mazlumun yüreğinden çok korkmaları yatıyordu. Çünkü mazlumun ayağa kalkması durumunda onları ezeceğini çok iyi biliyorlar. Bu nedenle şiddetin dozajını artırdıkça arttırdılar. 20-25 İsrail askerinin o gencecik Filistinli çocuğu tutuklama fotoğrafı bunun çok iyi bir örneğidir. O görüntü zalimin korkusunun en önemli belgesidir. İşte bu nedenle ayağa kalkan bir güç, hele de Türk devleti/milleti gibi tarihi derinliği olan, büyük bir medeniyet birikimine sahip güç ise işte o zaman zalimin yüreğinde korku başlar, başladı da.
Zalimler hiçbir zaman kaybedeceği çarpışmaya girmez. Bu sefer anlaşma yoluna gider. İşte Jeffrey’in sözlerinin bir yıl arayla anlam değişikliğine uğramasının nedeni budur. Türkiye’nin zor gücü dünyanın zalimlerinin oyunu bozmuştur. Ancak şunu aklımızın bir yerinde not etmekte fayda vardır: Onların şu an inandırıcı olmasa da duyduğu saygı, sadece sen güçlüyken geçerlidir. Bu nedenle Türkiye’nin gücünü korumak, sonra da adım adım daha da güçlendirmek bu saygının sürekliliği için gereklidir. Gücümüzün önce bölgemizdeki sonra da bütün dünyadaki mazlumların umudu olduğunu unutmadan Atatürk’ün şu sözü ile noktayı koyalım: “Bütün mazlum milletler zalimleri bir gün mahv ve nâbut edecektir.”