Almanya’nın başını çektiği ve AB ülkelerin desteklediği oluşumun arka planında, Balkan ülkelerini AB’den ayrı olarak ancak AB’nin finansmanıyla destekleyeceği bir Ortak Pazar oluşturma düşüncesi yatmakta. Bu Ortak Pazar düşüncesi, nihai anlamda, hem ekonomik hem de siyasal anlamda entegrasyonu, mal dolaşımı ve ulaşım serbestliğini sağlanmak hedefine yönelik olarak, Alman gazetesi Die Welt’in tabiriyle aslında ‘eski Yugoslavya’nın farklı bir rejim ve sistem etrafında yeniden kurulması demek.
Ömer Jashari / Dünya Bülteni
2008 dünya ekonomik krizi ve ardından Arap Baharı ile birlikte Suriyeli mülteciler ile devam eden sıkıntıların Avrupa’da da ciddi anlamda etkili olduğunu görmek mümkündür. Önce Brexit ile İngiltere’nin AB’den ayrılması, ardından Polonya, Macaristan, Slovakya ve Çek Cumhuriyeti ‘nin AB içinde ayrı bir oluşum ve yapılanmaya gitmeleri, Avrupa Birliğinde yaşanan sıkıntıların en bariz örneklerini oluşturmaktadır.
Parantez içerisinde şunu belirtmek gerekir ki Almanya’nın aşırı derecede güçlenmesinin kısmen ABD’yi de rahatsız ettiği gözükmektedir ki, bu oluşuma onay verdiğini ve İsrail’in açık desteğini aldığını görülmektedir. Avrupa’da yaşanan bu siyasi sıkıntılar bir yanda askeri anlamdaki değişikliler ve NATO’nun geleceği konusunda özellikle ABD başkanı Trump’ın tutumu ve ABD’nin Rusya ile yakınlaşma olasılığı bu belirsizliği daha da arttırmış bulunmaktadır.
Küçük Balkan ülkelerini yöneten siyasi sınıf ve bürokrasi büyük ölçüde yolsuzlukla ve kötü yönetimle anılmaktadır. Yönetici sınıf bu açmazı aşmak için milliyetçilik ve popülerliğe başvurmaktadır. Diğer yandan AB’ye entegrasyon konusunun hemen hemen durmuş vaziyette olduğunu belirtmek gerekir. 2014 yılında AB Komisyonu başkanlığına gelen Junker, kendi 5 yıllık döneminde herhangi bir yeni üye alımı yapmayacaklarını belirterek AB’nin yeni üyeler konusundaki tavrını açıklamıştı.
Böyle bir konjonktürde Balkan ülkelerine baktığımız zaman bu belirsizliğin onlara da yansımış bulunduğunu görmek mümkündür. Başta Hırvatistan ve Slovenya arasında yaşanan sınır anlaşmazlığı, akabinde Kosova ile Karadağ arasında devam eden sınır anlaşmazlığı, AB’nin tüm çabalarına rağmen bu konuda henüz bir neticeye varılamaması ve söz konusu ülkelerin alternatif ittifaklar edinme arayışları kanaatimizce bu durumun bir tezahürü olarak ortaya çıkmaktadır.
Şu anda kadar sadece Sırbistan ve Karadağ ile diyalog faslı açılırken, Arnavutluk bekleme sürecindedir ve sürecin yakında başlayacağını ummaktadır. Diğer yandan Makedonya, Yunanistan’la yaşadığı isim krizinden dolayı ilerleme kaydedemiyor. Son olarak Kosova AB ilişkilerinde ise ne vize serbestliği ne de üye olma müzakereleri konusunda herhangi bir ilerleme söz konusu değildir. Üstelik AB üyesi olan 5 ülke Kosova’yı devlet olarak tanımamaktadır. Diğer yandan söz konusu ülkelerde gençlerin büyük bölümü hala işsiz ve AB ülkelerinde iş bulmak amacıyla göçü bir çıkış yolu olarak görmektedir.
Balkanlardaki çatışmalardan yaklaşık 20 yıl sonra henüz taze olan bu fay hattının yeniden kırılgan bir vaziyet almış olduğu dikkati çekmektedir. Bununla birlikte AB’nin bu çaresizliğini aşmak için, son birkaç yılda Balkanların geleceği ile ilgili konuşulan en önemli konuların başında ‘Ortak Pazar’ oluşturma fikri gelmektedir.
Almanya’nın başını çektiği ve AB ülkelerin desteklediği bu oluşumun arka planında, Balkan ülkelerini AB’den ayrı olarak ancak AB’nin finansmanıyla destekleyeceği bir Ortak Pazar oluşturma düşüncesi yatmaktadır. Bu Ortak Pazar düşüncesi, nihai anlamda, hem ekonomik hem de siyasal anlamda entegrasyonu, mal dolaşımı ve ulaşım serbestliğini sağlanmak hedefine yönelik olarak, Alman gazetesi Die Welt’in tabiriyle aslında ‘eski Yugoslavya’nın farklı bir rejim ve sistem etrafında yeniden kurulması demektir.
Almanya’nın çok istediği, İtalya’nın da desteklediği, İngiltere’nin ve Fransa’nın kısmen çekingen kaldığı bu proje için AB birçok zirve ve kongre düzenlemiştir. Son birkaç yılda Alman şansölyesi Angela Merkel, Balkan liderlerini Berlin’de birkaç defa ağırlamıştır. Berlin Süreci’nin devamı olan Ortak Pazar projesi fikri AB yetkililerin Mart ayında Saraybosna’da gerçekleştirildikleri toplantıdan sonra kararlaştırılmıştır. Buna göre zikri geçen proje, Arnavutluk, Bosna Hersek, Kosova, Karadağ, Makedonya ve Sırbistan’ı kapsamaktadır. Bu sürecin bir de sosyal medya hesapları mevcuttur. Söz konusu hesaplarda Berlin Süreci, AB tarafından başlatılan ve Batı Balkanlar’ın bölgesel bağlantısını sağlayan bir girişim olarak tanımlanmaktadır. Sürecin en somut adımı ise, bu ayın ortasında ( Temmuz) İtalya’nın Trieste şehrinde 6 Balkan ülkesinin liderleri ile Almanya, İtalya, Fransa liderlerinin ve AB yetkililerinin katılımıyla gerçekleşen bir toplantı olmuştur.
Berlin 2014, Viyana 2015, Paris 2016 yıllarında gerçekleştirilen toplantılar ile olgunlaşmakta olan ‘Berlin Süreci’nin dördüncü görüşmesi 2017’de Trieste’de yapıldı.AB Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu üyesi Johannes Hahn,Deutsche Welle gazetesine verdiği röportajda Triste zirvesinden memnun kaldıklarını ve önümüzdeki süreçte Balkanlarda 1 milyar Euro tutarında yatırım yapılmasını planladıklarını beyan etti. Bu yatırımın 80 bin kişiye iş imkanı oluşturacağını söyleyen Hahn, enerji ve ulaşımda 450 milyon Euro yatırım planlandığını açıkladı. Somut projeler arasında Doğu ve Batıyı birleştirecek, Bulgaristan’dan başlayarak Makedonya üzerinden diğer ülkeleri kapsayacak ‘Korridor 8’ olarak adlandırılan demiryolunun inşası söz konusudur. Bunun yanında Arnavutluk ve Karadağ sahilini kullanarak yeni limanların inşası, Bosna Hersek-Hırvatistan otoyolu ve en önemlisi de ‘Interconnector’ adında Sırbistan-Bulgaristan arasında doğal gaz hattın inşası.[1]bulunmaktadır
Hukuki anlamda AB’ye entegrasyonun devam ettiği bir süreçte böyle bir birliğin kurulması fiilen AB’ye yeni üye alınamayacağının bir tezahürü olarak yorumlanmıştır. AB’nin bu aşamada yeni üyeleri bünyesine kabul edemeyeceği, Batı Balkanları kontrol altına tutmak için böyle bir yola başvurduğu düşünülmektedir. Balkanlar, AB için ekonomik anlamda her ne kadar önemsiz olsa da, Avrupa kimliği, tarihi ve coğrafi yakınlık göstermesi bakımından kilit noktadadır. Başka bir deyişle, yeni üyelere ihtiyacı olmadığı ifade edilen AB, ancak bu tür bir oluşumla Balkanlardaki etkisini korumaya devam edecektir.
Ayrıca son zamanlarda istikrarsızlık belirtileri ortaya çıkan Balkanlarda, AB istikrarın devamını sağlamaya çalışmaktadır. Bunun yanında gün geçtikçe artan Rus nüfuzuna karşı orta yollu bir formülü bulmaya gayret ederek AB’nin para ve ekonomik gücü ile istikrarsızlaşmanın önüne geçmeyi hedeflemektedir. AB’nin diğer önemli bir amacı ise AB ‘Balkanlaşmadan’, Balkanları kontrol altına almaktır.
Ağırlıkta Almanya’nın başını çektiği bu plan ‘Merkel Planı’ veya ‘Berlin Planı’ olarak tarif edilmektedir. Bu noktada Almanya’nın tarihi bir perspektifle Balkanlara yönelik diğer Avrupa ülkelerinden farklı bir vizyon ve projesine sahip olduğunu söylemek gerekir. Aynı vizyon ve yaklaşıma Avustruya’nın da sahip olduğu ve özellikle Bosna Hersek’te Avustruya’nın ciddi ekonomik yatırımlarının var olduğu bilinmektedir. İlave olarak Almanya’nın eğitim ve ekonomik alanlarda başta Kosova olmak üzere Balkanlar genelinde başat güçlerden olduğunu belirtmek gerekir.
Almanya bu projeyi gerçekleştirmek için öncelikle Balkan ülkelerini birbiriyle bağlayacak ve sonra da Avrupa ile bağlayacak ulaşım projelerini gerçekleştirmeye odaklanmış durumunda. Bu çerçevede, Almanya Dış İşleri Bakanı Sigmund Gabriel yaptığı açıklamada, ulaşım projeleri için Balkan ülkelerine yönelik ek bir fon ayrılmasını teklif etti. Balkanlara yönelik bir ‘Marshal Planı’ gibi düşünülen bu hedefleri, Almanya’nın Sırbistan, Kosova ve Arnavutluk üzerinde Adriyatik denizine inme projesi olarak görmek de mümkündür.
Bu tür bir projeye yönelik Balkan ülkelerin tutumuna baktığımız zaman, destekleyen ülkeler olduğu gibi, farklı tarihi, sosyal, egemenlik ve ekonomik endişelerden dolayı karşı çıkan ülkeler de mevcuttur. Yugoslavya’nın dağılmasının üzerinden 20 yıl geçmeden ve insani ve sosyal yaralar devam ederken böyle bir şeyi kurmak pek de kolay değildir. Zira savaş esnasında Sırplar tarafından Boşnak ve Arnavutlara karşı işlenen insan hakları ihlalleri, gasp ve katliamlara karşı Sırbistan’ın katliamlardaki hesap vermeme ve umursamaz davranışları sürmektedir.
Bu projeyi destekleyen ülkelerin başına Sırbistan gelmektedir. Sırbistan Batı Balkanların ekonomik üretim anlamında en güçlü ülkesi konumundadır. Bölgenin en önemli ihracatçısı ve Yugoslavya’nın sanayinin adeta mirasçısıdır. Gıdadan askeri malzemelere kadar Sırbistan ciddi bir üreticidir. Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksander Vuçiç bu konu ile ilgii yaptığı açıklamada AB’ye girmeden önce gümrük birliğinin iyi bir çözüm olabileceğini söylemiştir. Diğer yandan Arnavutluk Başbakanı Edi Rama da her platformda bu tür bir birliği desteklerini açıklamıştır. Aynı şekilde Makedonya da isim sorunundan dolayı böyle bir gelişmeyi AB’ye yönelik bir adım olabileceği gerekçesiyle desteklemektedir. Aynı şekilde Bosna Hersek de farklı ekonomik ve siyasal sebeplerden dolayı destekleme emareleri göstermiştir.
Destekleyen ülkeler olduğu gibi karşı çıkanların argümanları da mevcuttur. İtirazların başında ‘yeni Yugoslavya’nın kurulabileceği endişesi gelmektedir. Her ne kadar siyasal anlamda bir birliktelik söz konusu değilse de gümrük birliği ile güçlü ülkeler genç ve zayıf ülkelerin egemenliğini çiğneyebileceği tehlikesi bu güne kadar yaşanan tecrübelerle sabittir. Kosova ve Karadağ ülkeleri Balkanlarda gümrük birliğine itiraz eden ülkelerdir.
Kosova, Sırbistan’dan bağımsızlığını kazanmasının üzerinden daha 20 yıl geçmeden yeni bir Yugoslavya’da birleşmenin olması noktasında, 1999 yılındaki savaşın da manasız ve anlamsız gelebileceği endişesini taşımaktadır. Diğer yandan ekonomik üretim ve ihracat konularında çok gerilerde olan Kosova, ekonomik anlamda daha da sıkıntılı hale düşebileceğini düşünmektedir. Her ne kadar Kosova yetkilileri itiraz etseler de bu sürece çok fazla direnç gösteremeyecekleri de tahmin edilmektedir.
Diğer yandan Karadağ ekonomik itirazlarının yanı sıra yeni bir oluşumda tamamen eriyebileceği endişesini taşımaktadır. İki ülkenin diğer bir endişe kaynağı ise bir birliğin kurulma olasılığında AB’ye girme müzakerelerinin hayalden öteye geçememe noktasına varacak olmasıdır.
Ortaya çıkan tabloda, eski Yugoslavya’nın en zengin ülkeleri Hırvatistan ve Slovenya’nın olmadığı bir gümrük birliği ve Yugoslavya’nın Sırbistan dışındaki daha fakir ülkelerini kapsadığı bir yapı görülmektedir. Elbette Sırbistan ekonomik, toplumsal ve siyasal anlamda göreceli olarak daha güçlü olduğu bu ülkelerle bir oluşumda kendini görmek isteyecektir. Ancak her ne kadar Almanya’nın bu ısrarı sürse de, halklar arasında mevcut ihtilaf ve anlaşmazlıklar devam ettiği sürece, böyle bir birliğin uzun vadede istikrarlı bir yapıya dönüşmesi imkan dahilinde görülmemektedir.
Ayrıca, son günlerde Balkanlar’da konuşulan senaryolara göre, Arnavutluğun Kosova ve Arnavutça konuşan diğer devletlerle daha fazla yakınlaşması ve bir araya gelmesi ihtimal dahilindedir. Diğer yandan Sırbistan cephesinde Bosna Hersek’teki Sırp bölgelerini ilhaka varabilecek daha geniş bir niyet değişimi görülmektedir.
Sonuç olarak her ne kadar AB, içine düştüğü parçalanma ve dağılma belirtileri eşiğinde şu anki statükoyu korumaya çalışsa da ABD, Rusya, İngiltere ve Türkiye’nin kararları bu sürecin devamında etkili olacaktır. Nitekim Kosova Dış İşleri Bakanı Reuters Haber Ajansına verdiği beyanatta, ‘Kosova Balkanlarda gümrük birliğini engelledi’ diyerek açık bir şekilde muhtemelen ABD’nin böyle bir planı onaylamadığını ifade etmeye çalışmıştır. Böylesi bir durumda ilerde yeni projelerin ortaya çıkması ihtimalini göz önünde bulundurmak gerekmektedir.
Kaynak:Timebalkan