Dr. Yeşim Demir Dr. Yeşim Demir

İran-Suudi Arabistan Rekabeti: Yemen Örneği

10 Temmuz 2018
İran-Suudi Arabistan Rekabeti: Yemen Örneği

İran İslam Devrimi'nden sonra İran, dış politikada yaşadığı sorunlarda yanında destek olacak devletlere ihtiyaç duymuştur ve hala da duymaktadır. Dolayısıyla, bölgesel güç arayışı zorunluluğu ön plana çıkmaktadır. İran'ın Vietnam’ı olarak değerlendirilen Suriye ile hem Suudi Arabistan hem de İran için ikinci Suriye olarak görülen Yemen'de yaşananlar İran'ın ve Suudi Arabistan'ın Sünni-Şii çatışmasını kullanarak etkinliklerini artırma çabaları olarak görülebilir. Şam ve Yemen'in de dahil olduğu bölge ülkelerinde yaşananlar sadece iç savaş değil aynı zamanda bölgedeki güçlerin çıkar çatışması olarak da değerlendirilebilir.

Bölgede ve Yemen’deki güç mücadelesinin temeline inmek sorunun kaynağını net olarak ortaya koyacaktır.

Sünni-Şii Rekabeti

Ortadoğu, semavi dinlerin ve bu dinlere ait mezheplerin yaşadığı önemli bir coğrafyadır. Dolayısıyla çatışmalar da hiç son bulmamaktadır. Etnik ve mezhepsel farklılıklardan dolayı yaşanan çatışmalar ülke bütünlüğünü tehdit eden en önemli unsurların başında gelmektedir. Bugün Orta Doğu’da yaşanmakta olan çatışmalar her ne kadar bölgedeki devletler arasında olsa da bu çatışmaların aslında Suudi Arabistan ve İran arasında olduğu görülmektedir.

İslam Devrimi’nden sonra İran’ın siyasal çıkarları gereği Şii kimliğini ön plana çıkararak “İslami Dünya Düzeni” kurma ve bunun için de “Devrim”i ihraç etme söylemleri sonrasında başta Suudi Arabistan olmak üzere, bünyesinde önemli oranlarda Şii nüfus barındıran Irak, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Kuveyt gibi Körfez ülkeleri kendilerini tehdit altında görmeye başlamışlardır. Şu ayrıntıyı da gözden kaçırmamak gerekiyor; bahsi geçen devletler Sünni ailelerce yönetilmekte ve hepsinde farklı oranda Şii azınlık bulunmakla birlikte yönetimleri ABD tarafından yönlendirilmektedir. Çünkü İran'ın Şii azınlıklar üzerindeki etkisi yönetimlerin korkulu rüyası olmaktadır.

Suudi Arabistan ile İran arasında yaşanan gerginlik bölgede tarih boyunca var olan mezhep gerilimini arttırmakta ve taraflar bölgedeki mezhepsel güçlerini birbirine karşı kullanmaktan da çekinmemektedir.

Tarih boyunca istikrarsız bir seyir izleyen İran- Suudi Arabistan ilişkileri genel hatları ile küresel ve bölgesel güç dengesi hesapları ile iç politik faktörlerin etkileşimi çerçevesinde gelişmektedir.

Bölgesel ve küresel dinamikler açısından bakıldığında, 1979 öncesi dönemde ortaya çıkan İran-Suudi işbirliği Batılı ülkelerin enerji güvenliği ve İsrail’in bekası açısından ciddi tehditler içermekteydi. Çünkü İslam dünyasında giderek artmakta olan İsrail karşıtlığının oluşturduğu siyasi-psikolojik ortam bölgede gittikçe güçlenmekte olan İran ve Suudi Arabistan’ı da etki altına alabilirdi. Dünyanın en büyük enerji üreticisi iki ülkenin iş birliği halinde olması bu iki ülkenin sadece enerji piyasasını istedikleri gibi kontrol edebilecekleri değil, aynı zamanda bölgesel ve küresel politikaları daha derinden etkileme kapasitesine sahip olmaları anlamına da gelmekteydi. Dolayısıyla iki ülke arasında ilişkiler gelişmemeliydi.

Suudi Arabistan, İran propagandasını varlığına doğrudan bir tehdit olarak görmektedir. 2000’li yıllardan itibaren İran, Suriye ve Lübnan ilişkileri güçlenmiş, İran, Hamas ve Hizbullah ile ilişkilerini daha da geliştirmiştir. Dolayısıyla, Şii-Sünni ayrımı bölgede jeopolitik manevraların bir aracı olarak kullanılan bir araç haline gelmiştir. Demokrasi söylemi altında Irak’ı işgal eden ABD’nin politikaları da bu aracın görünürlüğünü artırmış ve etkisinin sadece Irak’ta değil tüm bölge ülkelerinde derinden hissedilmesine neden olmuştur. “Arap Baharı” ise İran-Suudi Arabistan arasındaki gerilimi daha da artırmıştır.

Suudi Arabistan-İran ilişkilerinin temelini, bu iki devletin Batıyla olan ilişkilerinin özelliklerinde aramak yanlış olmayacaktır. Gerçekten de bu iki devlet ABD özelinde Batı ile ilişkilerinde keskin farklılıklara sahiptir. Etnik farklılık bir yana bırakılırsa, en temel ayrışma iki devletin İslam’ı farklı bir şekilde algılamaları ve uygulamalarıdır. Bu iki devletin aynı dine mensup olduklarını kavramak zorlaşmaktadır. İran, Ortadoğu’da dini (Şiiliği) temel alan bir dış politika yürütürken Suudi Arabistan önceliği ekonomi ve güvenliğe vermektedir. Bu farklılık, onları bölge politikalarında karşı karşıya getirmektedir.

İran açısından bakıldığında, Arabistan’ın ABD-İsrail yanlısı tutumundan rahatsızlık duymakta ve Arabistan’ın bölgeye ihanet ettiğini düşünmektedir. İran, İsrail’in bölgeden tamamen silinmesi gerektiğini düşünürken Arabistan’ın Filistin’i destekler bir duruşu dahi söz konusu değildir. İran’ın Arabistan hakkındaki olumsuz algısı, onu Arabistan Şiilerini etkileyerek ülkenin iç ve dış politikasını zayıflatmaya yöneltmektedir. Arabistan nüfusu içinde yaklaşık % 10’luk bir oranı temsil eden Şiiler, İran’ın, Arabistan siyasetini etkilemek için kullanmak istediği önemli bir araçtır. Bu sebeple, Suudi Arabistan yönetimi Şii nüfusunu bir sorun olarak algılamakta, onlara karşı baskı politikası uygulamaktadır.  

Temeli tarihin derinliklerinde yer alan Sünni-Şii mücadelesinin günümüze yönelik en önemli yansımaları Suriye ve Yemen’de devam eden çatışmalar olmuştur.

Yemen

Arap Baharı ile birçok Arap ülkesinde görülen toplumsal değişim etkisini Yemen’de politik değişim olarak göstermiştir. Yemen, Arap Baharı öncesinde de siyasi istikrarsızlığı birçok alanda yaşayan bir ülke iken Arap Baharı ile çatışmalarla sürekli hareketli olan karmaşık yapısını farklı bir boyuta taşımıştır.

Nüfusunun yaklaşık %35’i Şiiliğin bir kolu olan Zeydiliği benimsemiş olan Yemen, uzun yıllar boyunca Kuzey ve Güney Yemen olarak iki ayrı devlet şeklinde yaşamıştır. Kuzey Yemen Osmanlı Devleti’nin Ekim 1918’de bölgeden çekilmesi üzerine bağımsızlığını kazanmıştır. Güney Yemen ise Bab-ül Mendep Boğazını ve dolayısıyla da Kızıldeniz’i denetleme imkânı veren konumunun getirdiği stratejik değer nedeniyle 1839’da İngilizlerce işgal edilmiş, uzun bir süre İngiliz kontrolünde kaldıktan sonra 1967’de bağımsızlığını kazanmıştır. Ancak her iki Yemen’de de istikrar bir türlü sağlanamamış, her ikisinde de birçok darbe ve hatta iç çatışmalar yaşanmıştır.

 Çok karmaşık ama aynı zamanda ilginç bir tarihe sahip olan Yemen, siyasal ve toplumsal yapısıyla oldukça karışık bir ülke olması dolayısıyla bölgesel ve uluslararası ülke ve güçler bu karışıklığın giderilerek ülkenin istikrara kavuşmasını istememektedirler. Çünkü 2005'te ayaklanan İran’ın Şii inancından farklı olan Zeydiliği benimsemiş olan Husiler ile Yemen'de oldukça güçlü bir Kaide ve radikal İslamcı potansiyel bulunmaktadır. Buna karşın 1990'da Kuzey ile birleşen Güney Yemen'de hala "sol ve liberal" görüşlü insanlar ağırlıkta ve bu insanlar Körfez ülkelerindeki Amerikan yanlısı gerici iktidarları korkutmaktadır. Üstelik Suudi Arabistan nüfusunun %17'si Yemen kökenli ve tüm Körfez ülkelerinde bol miktarda Yemen kökenli insan yaşamaktadır.

Yemen'in coğrafi konumu ise herkesi ilgilendirmektedir. Çünkü bu ülke Somali ve Cibuti'yle birlikte Kızıldeniz'in güney çıkış ve girişini kontrol etmektedir. Bab'ül Mendep Boğazı olarak bilinen bu dar geçit Süveyş'ten giren ve çıkan tüm sivil ve askeri gemiler için önemlidir. Ama aynı zamanda İsrail'e giden gemiler için çok daha önemlidir.

Suudi Arabistan önderliğinde bir koalisyon kurularak ülkeye müdahale edilmesi ile başlayan iç savaş, aslında Suudi Arabistan’ın bölgesel politikalarının İran’ın bölgesel politikaları ile çatışmasının bir sonucudur. İç savaşın çıkmasına neden olan etkenler bölgesel ve uluslararası güçlerin müdahalesini meşru hale getirmiştir.

Ali Abdullah Salih yönetiminin, Güney Yemen’i 90’lı yıllardan sonra Yemen El Kaide’si (AYEK) ile çatışmaya zorlaması, Kuzey’deki Husileri Yemen’de görmezden gelerek onları azınlık olarak görmesi Husilerin hiçbir zaman diğer toplumlara adapte olamamasına neden olmuştur. Bunun sebebi olarak ise Zeydi inancına sahip olan Husilerin Yemen’de Sünnilere oranla az sayıda olmaları ve Ortadoğu coğrafyası ile sınır komşusu Suudi Arabistan’ın farklı inançlara sahip olmasından kaynaklandığı söylenebilir.

Husiler zamanla Yemen iktidarının kendilerine uyguladığı izolasyon politikası nedeniyle, inançlarına en yakın olan İran’dan destek almak durumunda kalmışlardır. Husilerin nihai amacı ise İran ile aynı olup, Yemen’de bir İslam Cumhuriyeti kurmaktır. İran'ın da Arap Baharının gerçekleşmesinin ardında Yemen’e olan ilgisi artmıştır. ABD tarafından 2000’li yılların başlarında Irak’a gerçekleştirilen operasyon ve sonrasında Irak’taki Şiiler eliyle Saddam Hüseyin’i devirmesinin ardından İran, Ortadoğu’da ciddi bir güç ve etki alanı kazanmıştır. İran, Bağdat, Lübnan ve Şam yönetimlerini büyük oranda etkisi altına almıştır. Bu kapsamda, İran, Şiiliğe yakın bir duruş sergileyen Husileri, Aden Körfezi ve Arap Yarımadası’nda desteklemiştir.

İran'ın Yemen'e ilgisi, El Kaide’nin güç kazanmasını bahane etmek suretiyle bölgeyi yeniden dizayn etmeye çalışan ABD ve bu dizaynda destek olan Suudi Arabistan'ın hoşnut olmadığı bir durum olduğunu söyleyebiliriz. Yemen’e askeri müdahale için başka gerekçelerde vardır. Hem bölgedeki Sünni ülkelerin hem de Suudi Arabistan’ın Yemen’de olduğu gibi azınlık konumunda bulunan Şii nüfusun varlığıdır. Özellikle Suudi Arabistan’da petrol ve diğer önemli yeraltı kaynaklarının bulunduğu bölgelerde Şii vatandaşlar yaşamaktadır.

Yemen’de olası bir Husi hakimiyeti Sünni ülkelerde yaşayan Şii vatandaşların da ayaklanmalarına zemin hazırlayabileceği endişesini beraberinde getirmektedir. Çünkü nüfusun yaklaşık %35’ini oluşturan Şii nüfusun yönetimi ele geçirmesi demek, Suudi Arabistan topraklarında yaşayan ve nüfusun yaklaşık %15’ini oluşturan Şiileri de harekete geçirebilecek bir faktördür. Ayrıca Kızıldeniz’in Hint Okyanusu’na açılan kapısı olan Ortadoğu’da jeopolitik konumu ve gerçekleştirilen ticaret hacmi bakımından en önemli boğazlarından olan Bab-ül Mendep'in Şiilerin eline geçmesi tehlikesini Suudi Arabistan’ın yanı sıra, Körfezdeki petrol üreticisi ülkeler ve Batılı ülkeler göze alamamaktadır.

Dünya petrolünün % 8’inin geçtiği Bab-ül Mendep Boğazı ve Kızıldeniz’in denetimine imkân vermesi açısından Yemen, çok önemli bir ülkedir. Husiler’in başkent Sana’yı kontrol altına alması ve güneyin başkenti olarak kabul edilen Aden’e doğru ilerlemesi, Suudiler tarafından çok büyük bir ulusal güvenlik tehdidi olarak algılanmıştır. Arkalarında İran’ın desteği olan Husiler’in Suudi Arabistan’a Arap Yarımadasının en güneyinden oluşturduğu tehdit, İran’ın genişleyen etkisine karşı Suudileri bölgesel bir ittifak arayışına da itmiştir. Boğazın İran’ın kontrolüne geçmesi, bölgede müttefik konumunda bulunan Rusya ve İran’ın AB ülkeleri ile ABD’nin ekonomik çıkarlarına ciddi bir darbe vurmuş olacaktı. Ayrıca bölgenin önemli aktörlerinden olan İsrail için Bab-ül Mendep Boğazı hayati önem arz etmektedir. İsrail’in ilerleyen dönemde gerek Filistin meselesi gerekse insani faktörlerden dolayı AB ile ilişkilerinin bozulması durumunda Bab-ül Mendep Boğazına çok daha fazla bağımlı hale geleceği öngörülmektedir.

Yemen'de durumun netleşmesi ve gerçek demokrasinin yerleşmesi hiçbir zaman komşusu Suudi Arabistan'ı hoşnut etmeyecektir. Çünkü Yemen'de güçlü bir El Kaide örgütlenmesi ile güçlü bir sol ve liberal milliyetçi geleneği var. Bunların her ikisi de Suudi Arabistan'ın korkulu rüyası.

Arap koalisyonu Yemen'deki savaşa bir an önce son vermeyi planlamıyor. Aksine, parçalanmış bir Yemen'in kontrol edilmesinin ve ele geçirilmesinin daha kolay, Yemen'deki savaşın devamının ise Suudi Arabistan ve BAE'nin gücünü emen bir kara delik olduğunu düşünüyorlar. İran ise Suudi Arabistan'a yönelik tehditte bulunarak, İran, Filistin, Suriye ve Irak’taki direniş cephesinin yakında Yemen’de de görüleceği uyarısını yaparak, "Eğer Arabistan, Yemen’den çıkmazsa, Vietnam’ın Amerika’nın bataklığı olduğu gibi Yemen de Arabistan’ın bataklığı olur’’ ifadelerini kullanmıştır.

Yemen'de İran ve Suudi Arabistan arasındaki mücadele bölgesel hakimiyet olarak görülse de mezhepsel bir çatışmanın bir göstergesidir.

Sonuç

Yemen’de yaşanan üzücü olaylar 2015 yılından bu yana tüm dünyanın gözü önünde cereyan etmekte uluslararası toplum ve kuruluşlar bu gelişmelere yeterli önemi vermemektedir. Yemen’de çatışmalar halen devam etmekte, Suudi Arabistan önderliğinde gerçekleşen askeri müdahalenin de amacından saptığı görülmektedir. İstenilen başarı elde edilememiş, Yemen’de huzur ve güven ortamı sağlanamamıştır.

Batılı güçler, Suudi Arabistan eliyle İran’ın Aden Körfezi’ndeki olası ilerleyişini yavaşlatmış, Yemen’e askeri müdahale Suudi Arabistan’ı ekonomik ve siyasi anlamda yıpratmıştır.

İki ülke arasında herhangi bir uzlaşı sağlanmadıkça, buna Körfez ülkeleri de dahil olmak üzere Batı lehine İran aleyhine girişimlerde bulundukça bölgeye istikrarın geleceğini düşünmek sadece bir hayal olacaktır.

Bu makale ilk olarak Dİplomatik Gözlem'in Temmuz 2018 sayısında yayınlanmıştır. 

Yorumlar