Dr. Yeşim Demir Dr. Yeşim Demir

Savaş Atmosferine Neden Olan Üçlü Zirve

11 Mayıs 2018
Savaş Atmosferine Neden Olan Üçlü Zirve

İlki 29 Ocak 2018 de Rusya’nın Soçi kentinde gerçekleştirilen üçlü Suriye zirvesinin ikincisi  4 Nisan Çarşamba günü Ankara’da Putin ve İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'nin katılımıyla gerçekleşmiştir. Bölgesel rakip olarak görülen üç ülkenin cumhurbaşkanları, Suriye ile ilgili çarpıcı bir birlik gösterisinde bulunmuşlardır. Zirve’de, Suriye'de ki çatışmaların sona erdirilmesi, barışın tesisi ve Suriye'nin toprak bütünlüğü vurgusu yapılmıştır. Üçüncü zirvenin tarihi henüz belli olmamakla birlikte Tahran’da yapılması öngörülmektedir.

Savaş Atmosferine Neden Olan Gelişme

4 Nisan'da Türkiye-Rusya-İran liderlerinin el sıkışması bu durumu tetiklemiştir. Bu ittifak, Batı’ya karşı bir duruş olarak algılanmakla birlikte özellikle üçlü zirvede olmamasına tepki gösteren ABD’de Türkiye’yi bölgedeki jeopolitik ihtiyaçlarından dolayı kaybetme kaygısı yaratmıştır. ABD her ne kadar Türkiye’yi bu üçlü ittifaktan koparmaya çalışmak isteyecekse de hâlihazırda Türkiye’yi kırmızıçizgileri ile test etmek suretiyle zorlamaktadır.

Türkiye-Rusya ve İran’ı Bir Araya Getiren Sebepler

ABD’nin politik ve jeopolitik bir güç mücadelesi haline gelen Suriye’yi parçalamak ve Türkiye dahil olmak üzere Ortadoğu ülkelerinin sınırlarını yeniden dizayn etme niyeti Türkiye-Rusya ve İran’ı rahatsız etmiştir. Tek neden bu olmamakla beraber her devletin bölgesel beklentisi de bir araya gelmelerini sağlamıştır. Bu beklentilere kısaca bakacak olursak Rusya, Suriye'de Hmeymin hava üssü ile askeri varlığını muhafaza etmek ve Ortadoğu'ya açılmak istemektedir. Batı'nın Kırım'da, Ukrayna'da ve başka yerlerde uyguladığı kısıtlamaları azaltmak ve bu arada küresel bir güç olduğunu göstermek, stratejik olarak da, Suriye'nin Tartus limanındaki üssü ile Akdeniz'de Rus deniz varlığını sürdürmek istemektedir. Aynı zamanda bölgede ortakları olan Şii İran ve Sünni Türkiye arasında hakemlik yapmak suretiyle kontrol sahibi de olmaktadır.

İran, bölgedeki Şii etkinliğini korumak ve Lübnan Hizbullah’ına desteğini devam ettirebilmek amacıyla Suriye'ye önem vermektedir.

Öncesinde IŞİD'in bölgede örgütlenmesi ve yayılması, sonrasında da Kürtlerin bağımsızlık girişimi yönündeki toprak kazanımları Türkiye'nin deyim yerindeyse kırmızıçizgilerini ihlal etmiştir. Yan yana görüntü verilmesine ve konjonktürel birlikteliğe rağmen üçlü aktör arasında da pek çok çıkar ve mevzi farkı vardır. Yine de bu ittifak, Orta Doğu'da güvenliği sağlamak bakımından önem taşıdığı gibi Ortadoğu’daki politikalara da farklı bir boyut kazandırmıştır.

Türkiye'nin Suriye'de uzun vadeli Rusya ve İran'ın niyeti konusundaki şüpheleri ne olursa olsun, üçü de, yalnızca Suriye'de değil aynı zamanda bölgede ABD'nin çıkarlarına yönelik eylemlere izin vermek istememekle birlikte ABD'ye karşı güç dengesi oluşturmaya çalışmaktadırlar.

Savaş

Kimyasal silah kullanmak insanlık dışı bir eylemdir. Ancak net kanıtları ortaya koymadan yapılan müdahale uluslararası hukuk kurallarına aykırı bir durumdur. Her ne kadar Suriye'ye yapılan saldırı Esad'ın kimyasal silah kullandığına yönelik gösterilmiş olsa da temel nedenleri gözden kaçırmamak gerekmektedir.

ABD’nin bölgede (Afganistan, Irak dahil) gözle görülür güç kaybının telafisi ve İsrail’in güvenliğinin sağlanması bölgede kaosa neden olmaktadır. Bölgede Rusya ve İran'ın güçlenmesi, Suriye'nin muhalifleri etkisiz hale getirmesi ABD'nin dolayısıyla Fransa ve İngiltere'nin Suriye'yi kaybedeceği anlamına gelmektedir. ABD’nin Suriye’deki askeri varlığı, öncelikle hem ülkede İran nüfuzunu engellemeyi amaçlamak hem de İran’ın Şam ile Lübnan arasındaki Suriye topraklarında daha güçlü bir Şii demografik yapı oluşturmak istemesine yöneliktir.

ABD, aslında Rusya’nın tepkisinden de çekinmektedir. Çünkü Irak Savaşı’nda ki konjonktürel durum ile bugün ki durum çok farklı. Rusya daha önce kendi iç sorunları ile ilgilendiğinden bölgeye uzak kalmıştı. Şimdi fiili olarak ben de buradayım mesajını vermektedir. İran, Hizbullah ve Şii milisleri ile varlığını göstermektedir. Suriye’nin Irak’taki durumdan farklı olarak bir ordusu ve hava savunma sistemi hala etkin durumdadır. Bu hava saldırısı, ABD Başkanı Trump'ın iç siyasette sıkışmış olması ve açılan davalar nedeniyle hem Pentagon hem de kamuoyu nezdinde olumlu imaj yaratma çabası olarak da görülebilir.

ABD ve Batı, geçmişten gelen alışkanlıkları gereği işgal edecekleri bölgeye bir gerekçe yaratmak suretiyle operasyon düzenlemişlerdir. Buna en iyi örnek, Irak’ta Saddam Hüseyin'i kitle imha silahları depolamakla suçlayarak müdahaleyi meşru hale getirmeleriydi. Şimdi de aynı planı Suriye için uygulamaya koymuşlardır. Suriye’nin Duma kentine yönelik gerçekleştirilen kimyasal saldırının Suriye rejimi tarafından yapıldığı iddia edilerek görüntüler servis edilmiş olsa da henüz ispatlanamamıştır. Ancak, BM tarafından da tespit edilen Suriye’deki muhaliflerin elinde benzer kimyasal gazlar olduğu ve üretiminin yapıldığı gerçekliği de göz ardı edilmektedir. Suriye rejimi, son gelişmeler doğrultusunda böyle bir saldırıya ihtiyaç duyacak durumda değildir. Söz konusu bölgeyi zaten terör örgütlerinden temizlemiştir.

Her ne kadar ABD, insan hakları ve demokrasi aldatmacası ile savaş ilanı söylemlerini kullanmış olsa da tam anlamıyla bir savaş olmasının mümkün olmadığını görüyoruz. Saldırı, kara saldırısı yerine önceden boşaltılmış Şam, Dera, Hama, Humus ve Süveyda'daki askeri tesislere yönelik hava saldırısı şeklinde gerçekleşmiş, füzelerin önemli bir kısmı Rusya'nın elektronik şaşırtma sistemiyle ya yön değiştirttirilmiş ya da vurulmuştur. Sahada askeri harekât yoksa çok da başarılı bir operasyon olacağı söylenemez.

ABD’nin savaş söylemleri İngiltere ve Fransa tarafından da destek bulmuştur. Şöyle ki, hem geçmişe hem de bugüne özgü ekonomik çıkarları söz konusudur. Her iki devletin bölgeyi Sykes-Pickot Anlaşması paylaşarak sömürgeleştirdikleri düşünüldüğünde şaşırılacak bir durum olmadığı görülebilir. Fransa, I.Dünya Savaşı sonrası kendine bırakılan bölgede hakları olduğunu düşünerek geri kalmak istememekle birlikte bölgenin şekillenmesinde kendini önemli bir aktör olarak görmektedir.

İngiltere, tarihsel rolü, Rusya ile tarihsel rekabeti, Rus oligarklarının kara para akladıkları ülke olması, istihbarat örgütlerinin mücadelesi, Brexit kararıyla sıkıntılar yaşamakta olması İngiltere'nin saldırı ittifakına dahil olmasının nedenlerindendir.

Fransa'da Emmanuel Macron, İngiltere'de Theresa May iç politikada sıkıntılı durumdalar. Her üç liderin bu operasyon ile iç politikalarına yönelik eylemde bulunduklarını söyleyebiliriz.

Almanya ise her ne kadar operasyona destek verme konusunda Rusya ile önemli ticari ilişkileri olduğu için çekimser kalmış olsa da saldırı sonrası hava saldırısını desteklediğini bildirmiştir.

Hizbullah ve Şii Milislerini Yok Etme

Hava saldırısı Şam, Hama, Humus, Dera, Süveyda’daki askeri tesislere yönelik yapıldı. Saldırılarda Humus ilinin Kuseyr bölgesinde Hizbullah güçleri, Dera’da ise 89. Tugay olarak bilinen İran güçlerinin hedef alındığı görülmektedir. Saldırı noktalarından birisi de Suriye-Lübnan-İsrail arasında yer alan Süveyda. Söz konusu saldırı üzerine sürecin değişmeyeceği ancak durumun daha da karışık bir hale geleceği yönünde ifadelerle İran’dan tepki gelmiştir.

Söz konusu saldırıya ilişkin olarak Lübnan'daki Hizbullah örgütünün genel sekreteri Hasan Nasrallah, bu saldırılarla İsrail, İran'a karşı savaş başlatmıştır ve bu saldırılara karşı Şam'ın yanındayız mesajını vermiştir. İsrail-Suriye sınırında teyakkuz durumu söz konusudur. Çünkü bu saldırının İsrail ile Filistin arasında yaşanan çatışmayı gölgelemek amacını taşıdığı da söylenebilir.

İran yaptığı açıklamada bu saldırının bölgesel sorunlara neden olacağını ifade etti. Bu ifadeden yola çıkarak İran'ın, destek verdiği milis güçleri ile Yemen veya Irak'ta misilleme yapabileceği de ihtimaller dâhilindedir.

Hafız Esad döneminden beri İran-Suriye ilişkilerinin devam etmesi ve İsrail'in bu ilişkiyi kendine yönelik tehdit olarak algılaması hava saldırısında İran'ın hedef alındığını net bir şekilde göstermektedir. Amaç, saldırı yapmak suretiyle İranlı milisleri engellemek, güçlü durumda olan Hizbullah'ı zayıflatmak ve Lübnan'da 6 Mayıs 2018'de yapılacak seçimlerde Hizbullah'a yapılacak yardım konusunda İran'ı zor duruma düşürmektir. Zaten saldırı öncesi Rusya ve İran ekonomik olarak zor duruma düşmüştü. Kısacası dolaylı yol izlenerek, Suriye üzerinden Rusya ve İran'ı ekonomik olarak zor duruma düşürmeye çalışmaktadırlar.

Türkiye ne yapmalı?

Türkiye, bir çıkmaz durumundadır. Bir yandan PKK/PYD ile mücadelesinde Rusya ile işbirliği yaparken diğer yandan da Esad yönetiminin sona erdirilmesi konusunda ABD ile işbirliği içinde görüyoruz. Nihayetinde her iki devlet de küresel bir güçtür. Bu nedenledir ki, ulusal çıkarlarımız yanında önceliğimiz konusunda net olmalıyız. Güven problemine neden olmamak gerekiyor.

Türkiye, Rusya ile birlikte Suriye'de etkin oldu bu nedenle Rusya ile ilişkilerimizin devamlılığını göz önünde bulundurarak dikkatli davranılmalıdır.

Sonuç

Bölgede yaşananlar İslam dünyasının parçalanmışlığının bir sonucudur. Türkiye-Rusya-İran arasında gerçekleştirilen işbirliği genişletilmeli Çin, Irak, Lübnan, Ürdün ve hatta Suriye’yi de içine alacak bir ittifak kurulmalıdır. Kuşkusuz bugün içinde bulunduğumuz coğrafyanın konjonktürel dönüşümleri bunu gerektirmektedir. 

Her ne kadar diğer güçler kendi eksenlerinde bir oluşum içinde bölgeyi şekillendirmeye çalışsa da Türkiyesiz çözüm olamayacağını da bilmektedirler. Çünkü Türkiye'nin, Osmanlı döneminden beri hem bölgeyi hem de etnik yapıyı çok iyi tanımasından dolayıdır ki ne ABD ne de Rusya Türkiye'den vazgeçemez...

Türkiye’nin önümüzdeki dönemde İran ile işbirliğini devam ettirebileceğini öngörebiliriz. Bunun koşulları ise Türkiye’nin mezhep, NATO, Batı gibi bloklara körü körüne bağımlı olmadan bölge gerçeklerine uygun, bölge halklarının hassasiyetlerini dikkate alan bir politika yürütmesi sağlayacaktır. Eğer bu gerçekleşirse işbirliği başarılı olmakla kalmaz Türkiye kendisini de güvenceye almış olur.

Sonuç olarak, 2011 yılından itibaren devam eden vekalet savaşları sona ermiş olup, güçlerin direk alana inerek Ortadoğu'yu paylaşım mücadelesi başlamıştır diyebiliriz.

(Bu makale Dİplomatik Gözlem'in Mayıs 2018 sayısında yayınlanmıştır. Özeil izinle paylaşılmaktadır.) 

Yorumlar