Doç. Dr.  Dilek Yiğit Doç. Dr. Dilek Yiğit

Yeni Bir ALMAN SORUNU ve Fransa

13 Temmuz 2016
Yeni Bir ALMAN SORUNU ve Fransa

Alman Konfederasyonu’ndan Alman İmparatorluğu’na giden yol savaşlarla döşenmiştir. Prusya Şansölyesi Bismark’a atfedilen “sorunlar konuşularak değil, kan ve demir ile çözülür” ifadesi Alman İmparatorluğu’nun kuruluşunda arka planda yatan düşünce yapısını net şekilde özetlemektedir. Kıta Avrupası’nda ilk sanayi devrimini gerçekleştiren Prusya’da liderlerin kendilerini güvensiz hissetmeleri neticesinde güç kazanan militarizm, 1871 yılında Alman ulusal birliğinin kurulmasını sağlayan başlıca faktörlerden biridir. Prusya’nın güçlü militarizminin Kıta Avrupası’nda ve Britanya’da yarattığı tedirginlik, 1. Dünya Savaşı ve 2. Dünya Savaşı ile Alman korkusuna dönüşmüştür. Daha kibar bir ifade ile Alman Sorunu. Dolayısıyla Almanya kontrol altına tutulması gereken bir devlet olmuştur. Avrupa devletleri de “Dostunu yakın tut, düşmanını daha yakın” mantığıyla hareket edince Batı Almanya NATO’ya üye edilmekle kalmamış, dünya tarihinin en başarılı entegrasyon hareketi de üç Avrupa Topluluklarının kurulması ile başlamıştır. Alman Sorunu dünyanın en başarılı entegrasyon modeli olan Avrupa entegrasyonunu sadece başlatmakla kalmamış, entegrasyon hareketini derinleştirici bir unsur da olmuştur. 1990’da Soğuk Savaşın sona ermesi ile birleşen iki Alman Devleti yeni bir Alman sorunu yaratmıştır. Avrupa Topluluklarına üye devletler Birleşen Almanya’nın Avrupa entegrasyon hareketine bağlılığını garanti edebilme telaşına düşünce de, Avrupa Birliği’ne giden yol açılmıştır. Yani Avrupa Birliği’ni yaratan Maastricht Antlaşması’nın 1992’de imzalanması elbette tesadüf değildir. Avrupa Birliği’nin tarihinde hiç olmadığı kadar çok sayıda ve yoksul devleti Birliğe katan genişleme de Alman sorunundan kaynaklanmıştır. Amaç, Orta ve Doğu Avrupa’daki bu devletleri birleşmiş ve Birlik’ten kopacak bir Almanya’nın kontrolü yerine, Avrupa Birliği kontrolüne almaktır. Dolayısıyla Almanya Birliğin hem genişlemesi hem de derinleşmesi sürecinde başlıca faktör olmuştur. Üstelik 2008 yılında başlayan küresel ekonomik krizi müteakip Avro alanında yaşanan borç krizi ve Birliğe üye olan borçlu devletlerin sorunlarının Almanya’nın katılımı olmaksızın çözülememesi Almanya’nın Birlik içinde oluşturmuş olduğu merkezi üye konumunu güçlendirmiştir. Neticede Almanya kendisini kontrol altında tutma amacıyla tasarlanan Avrupa entegrasyon hareketini kontrol altında tutan devlet haline dönüşmüş ve cari sorunlarla mücadele etme tarzı ile de bu pozisyonunu perçinlemiştir. Almanya’nın Avrupa içindeki konumunu güçlendiren son olay da Britanya’da gerçekleştirilen referandumdan Birlik’ten ayrılma kararının çıkmasıdır. Bu kararın spill-over etkisi yaratması ve bazı üye devletlerin de Birlik’ten ayrılma talebini gündeme getirmesi tartışılırken, Alman yönetimi Birliğin arkasında durmuştur. Daha önce “Brexit Merkel’e Yaradı” başlıklı yazımda belirttiğim üzere, Almanya Avrupa’ya ve dünyaya iki mesaj vermiştir. Birincisi Britanya zaten Avrupa entegrasyonunun marjinal oyuncusudur, bu nedenle ayrılacak olması Birlik için büyük bir kayıp değildir. İkincisi Birlik bu ayrılmadan etkilenmeyecektir ve Avrupa entegrasyon hareketi derinleşmeye devam edecektir. Bu koşullarda sorulması gereken sorular şudur; Almanya’nın Birlik içinde artan gücü, Britanya’nın Birlik’ten ayrılması halinde Almanya’yı Birliğe hakim kılar mı? Brexit sonrası Avrupa’nın dizaynı Almanya’nın tercihleri doğrultusunda mı gerçekleştirilir? Bu sorulara verilecek “evet” yanıtı Avrupa’da yeni bir Alman sorununa işaret edecektir. Bu ihtimal Avrupa entegrasyonunun Almanya ile birlikte motor gücü olarak tanımlanan Fransa’nın aklına gelmiş olmalıdır ki; Fransa Cumhurbaşkanı Hollande bu ay içinde beş Avrupa başkentini içerecek Avrupa turuna çıkmıştır. Basında yer alan haberlere göre Hollande Avrupa entegrasyonuna ivme kazandıracak yeni önerilerini mevkidaşları ile paylaşacaktır. Aslında bu ziyaretlerde gözetilen asıl amaç Avrupa entegrasyonunun geleceğine dair inisiyatifleri Almanya’nın tekeline bırakmamaktadır. Artık Almanya’nın “kan ve demir” söylemleri yoktur ama ekonomik ve siyasi ağırlığıyla Avrupa Birliği’ne kendi çıkarları doğrultusunda yön verme girişimleri olacaktır. Bu girişimler başta Fransa tarafından engellenecektir. Dolayısıyla Avrupa’da tarihsel Almanya-Fransa rekabeti Brexit ile hızlanacak gibidir. Belli ki, Hollande daha çok Avrupa başkenti gezecektir.

Yorumlar