Doç. Dr.  Dilek Yiğit Doç. Dr. Dilek Yiğit

İç Siyasetten Avrupa Parlamentosu'na mı? Ya da Avrupa Parlamentosu'ndan İç Siyasete mi?

01 Mart 2017
İç Siyasetten Avrupa Parlamentosuna mı? Ya da Avrupa Parlamentosundan İç Siyasete mi?
Üyeleri 1979 yılından beri üye devletlerde gerçekleştirilen doğrudan seçimler ile belirlenen Avrupa Parlamentosu, Avrupa Birliği’nin demokrasisi ve meşruiyeti açısından en az sorgulanır kurumu ola gelmiştir. “En az sorgulanır” diyorum, zira Avrupa Parlamentosu Lizbon Antlaşması’na kadar özellikle yetkilerinin Bakanlar Konseyi’ne nispetle kısıtlı olması açısından eleştirilerin konusu olmuştur. 2009 yılında yürürlüğe giren Lizbon Antlaşması daha demokratik bir Avrupa Birliği yaratmak adına Avrupa Parlamentosu’nu Avrupa Birliği karar alma sürecinde Bakanlar Konseyi ile eş pozisyona getirmiştir. Lizbon Antlaşması sonrasında Avrupa Birliği yasama organını iki kameralı meclis olarak tanımlamak mümkündür; bir kanatta üye devletlerin temsilcilerinden oluşan Bakanlar Konseyi, diğer tarafta Avrupa halklarının temsilcilerinden oluşan Avrupa Parlamentosu. Lizbon Antlaşması uyarınca Avrupa Parlamentosu üye sayısı başkan dahil 751’i geçemez; Parlamento’da hiçbir üye devletin 6’dan az, 96’dan fazla üyesi olamaz. Peki kimdir Avrupa Parlamentosu üyeleri? Avrupa Parlamentosu’nun ulusal siyasette daha ileri gidemeyen, ancak siyaseti de terk etmek istemeyenler için bir çıkış yolu olduğu kanısı hakimdi. Hatta Avrupa Parlamentosu bazı siyasiler tarafından ulusal siyasilerin “emeklilik yeri”, “gidecek daha iyi yeri olmayanların geldiği yer” olarak tanımlandı. Aynı kanının Avrupa Komisyonu üyeleri için de geçerli olduğunu belirtelim; zira komiserlerin kendi ülkelerinde siyasi kariyer yapmış olmaları dikkat çekmekte olup, bu durum Komisyonun teknik meşruiyeti açısından da tartışılmakta olan bir konudur. Bu noktada Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Komisyonu üyelerinin ulusal düzeyde siyasi kariyer sahibi olmaları, siyasi tecrübelerin ulusal düzeyden supranasyonel düzeye aktarılması olarak okunabilir. Ancak Avrupa Parlamentosu açısından günümüzde aksi yönde bir gelişme dikkat çekmekte. Avrupa Parlamentosu üyesi Andrzej Duda Polanya devlet başkanı oldu. Avrupa Parlamentosu Avrupa Halkları Partisi üyesi Andrej Plenkoviç Hırvatistan başbakanı, Sosyalistler ve Demokratlar İttifakı üyesi Iliana Bulgaristan devlet başkanı yardımcısı oldu. Malta Başbakanı Joseph Muscat ile ana muhalefet partisi lideri Simon Busuttil Avrupa Parlamentosu üyeleri idi. Fransa cumhurbaşkanlığı seçimlerine aday olan ve anketlerde ikinci tura kalacak adaylardan biri olarak gösterilen Marine Le Pen Avrupa Parlamentosu üyesi ve Uluslar ve Özgürlükler Avrupasının eş başkanı. Diğer taraftan Avrupa Parlamentosu eski başkanı Martin Schulz Almanya başbakanlığı için görevinden istifa etti ve Almanya’da gerçekleştirilecek seçimlerde Merkel’in en büyük rakibi olarak görülüyor. Hatta Ocak ayında Avrupa Parlamentosu başkanı seçilen İtalyan Antonio Tajani’nin İtalya siyasetine dönmeyi planladığı yönünde şüpheler var; bunun nedeni henüz Avrupa Parlamentosu başkanlığına yeni seçilmişken, Tajani’nin İtalya siyasetine karşı gösterdiği yoğun ilgi. Avrupa Parlamentosu’ndan ulusal siyasete geçenler ayrıca Avrupa Birliği vizyonunu ulusal siyasete aktarabilme konusunda daha başarılı olabilirler; dolayısıyla bu yönde geçiş Avrupa entegrasyon hareketinin istikrarı ve geleceği açısından olumlu bir faktör. Verdiğim bu örneklerden çıkarabileceğimiz sonuçlar nelerdir? Birincisi Avrupa Parlamentosu genel kanının aksine bir “emeklilik yeri” değildir. İkincisi Avrupa Parlamentosu ulusal siyasi tecrübelerin supranasyonel siyasete aktarıldığı bir kanal olması yanında, supranasyonel siyasi tecrübelerin ulusal düzeye aktarıldığı bir kanaldır. Üçüncüsü supranasyonel siyaset ile ulusal siyaset arasında net sınırlar yoktur; her iki siyaset alanı kendilerini kapsayan daha geniş Avrupa siyaset alanının parçalarıdır.

Yorumlar