Em. Büyükelçi Tugay Uluçevik Em. Büyükelçi Tugay Uluçevik

Kıbrıs Sorunu İçin Doğal Çözüm

18 Şubat 2021

Doğu Akdeniz havzasına istikrarlı barış ve güvenlik açısından baktığımız zaman, 1954 – 1960 ve 1964 – 1974 dönemlerinde “kaynar kazan” veya “barut fıçısı” olarak nitelendirilen Kıbrıs adasının, 1974 yaz aylarından sonra 46 yıldır sakin bir ada görünümüne büründüğünü görmekteyiz. 

BMGS yayınladığı raporlarında Ada’da askerî durumun “sakin” olduğunu bildirmektedir. “1974’den itibaren çatışmaların yeniden başlamamış olması Kıbrıs için bir talihtir” demektedir.

Ada’da son 46 yıldır süren askerî çatışmasızlık ve sükûnet ortamının iki temel sebebi vardır:

Birincisi, Türkiye’nin 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan sonra Ada’da nüfus bakımından üstün olan tarafı, diğer tarafa karşı askerî güç kullanmaktan caydıran bir askeri kuvvet dengesinin oluşmuş bulunmasıdır.

İkincisi de, 1974’den sonra Kıbrıs adasında ortaya çıkan iki kesimli ve iki ayrı bağımsız ve egemen devletli siyasî coğrafya ile Kıbrıs sorununun aslında fiilen “doğal çözümüne” kavuşmuş olmasıdır.

Bugün ihtiyaç duyulan, sadece, taraflar arasında “doğal çözüm” üzerinde bir anlaşmanın yapılmasıdır.

“Doğal çözümü” yaratan Kıbrıs sorununa ilişkin olgulardır. Kıbrıs adasındaki gerçeklerdir. Kıbrıs konusundaki gelişmeler doğal mecrasında akmış ve doğal çözüm şeklinin temel taşlarını bir araya getirmiştir.

Kıbrıs sorununa çözüm arayışı hem Kıbrıs sorunundaki hem Ada’daki olgulardan ve gerçeklerden hareket edilerek yapılmalıdır.

Oysa, 1968’de BM zemininde ve BMGS’nin iyi niyet görevi çerçevesinde başlayan, daha sonra 1975 yılından itibaren de BM Güvenlik Konseyi’nin BMGS’ne verdiği yeni bir iyi niyet göreviyle günümüze kadar sürdürülen çözüm arayışı, gerçeklerden değil, varsayımlardan yola çıkılarak yapılmıştır.

Hareket noktası olarak alınan varsayım, Ada’da 1960’da kurulmuş olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin, Andlaşmalara ve Anayasa’ya uygun şekilde devam ettiğidir.

1963 Aralık ayından bu yana Anayasa’ya aykırı olarak sadece Rumlardan oluşan sözde “Hükûmet’in” sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin”- Ada’daki Kıbrıs Türk halkını da temsil eden - meşru Hükûmeti olduğu varsayımıdır.

Kıbrıs Sorununa İlişkin Gerçekler

Birincisi, Kıbrıs sorununu yaratan Ada’daki Türk halkı veya Türkiye değil, Yunanistan ve Kıbrıslı Rumlardır.

Kıbrıs sorunu, Yunanistan’ın ve Kıbrıslı Rumların “Megali Idea” ülküsünün, Kıbrıs adası ile ilgili “ENOSIS” hedefinin ve bunlarla bağlantılı saplantılarının ürünüdür.

İkincisi, Kıbrıs sorunu, Rum – Yunan tarafının iddia ettiği gibi, 1974’de ortaya çıkmış değildir. Konu, 1954’de, ENOSIS amacına yönelik olarak Yunanistan tarafından BM Genel Kurulu’nun gündemine dahil ettirilmiştir. Böylece uyuşmazlık uluslararası bir sorun niteliği kazanmıştır.

Üçüncü olgu, 1960 Andlaşmalarıyla, Kıbrıs’taki iki millî etnik halkın ortak kuruculuğuna ve toplumsal siyasî eşitliğine dayalı ve anayasal düzen bakımından işlevsel federasyon vasfına sahip bir ortaklık Devleti’nin kurulmuş olmasıdır. Böylece çözümün “iç dengesi” sağlanmıştır.

1960 Antlaşmalarıyla, Türkiye’ye ve Yunanistan’a Kıbrıs’la ilgili olarak tanınan eşit haklar ve yetkilerle de çözüm şeklinin “dış dengesi” kurulmuştur.

Ayrıca İngiltere’ye de “garantör” statüsü verilmiştir. Ada’da kendi egemen toprağı olarak iki askerî üsse sahip olması sağlanmıştır.

Dördüncü olgu olarak, Kıbrıs Adasının 1974’de değil 1963 Aralık ayında ikiye bölündüğünü vurgulamak isterim. Bölünmeyi temsil eden ve harita üzerinde yeşil kalemle çizildiği için “yeşil hat” olarak adlandırılmıştır. Haritaya çizgiyi,  1963 Aralık ayında Andlaşmalara göre Ada’da bulunan Türk ve Yunan askerleriyle,  İngiltere’nin egemen üslerindeki askerlerinden oluşan geçici barış Kuvveti Komutanı İngiliz Tümgeneral Peter Young tarafından çizilmiştir.

Beşincisi, Yunanistan’ın, 1954’de başlattığı siyasî ENOSIS girişimlerine 1963 Aralık ayından itibaren askerî yöntemlerle devam etmiş olmasıdır. Yunanistan’ın desteğindeki ve Yunan subayların komutasındaki EOKA terör çetesinin, Kıbrıs Türk halkını hedef alan ve tarihe “kanlı Noel” olarak geçmiş olan “etnik   temizlik” hareketini başlatmasıdır.

ENOSIS emeliyle, Rumlar ve Yunanistan, 1960 Kıbrıs “eşit ortaklık” Devleti’ni yıkmışlardır.

Yunanistan’ın Başbakanlarından Andreas Papandreou “Namlunun Ucundaki Demokrasi” isimli kitabında, babası olan Başbakan George Papandreou’nun 1964 Haziran’ında Kıbrıs’a gizlice yirmi bin Yunan askerinin girmesini sağladığını   ifşa etmiştir.

Bu gelişmeler üzerine Kıbrıs konusu 1963 Aralık ayı sonunda BM Güvenlik Konseyi’nin gündemine girmiştir.

Yunan Generali Grivas Komutasındaki Rum Millî Muhafız ordusu Kasım 1967’de Kıbrıs Türk Halkına saldırarak ve 29 soydaşımızı şehit ederek “ENOSIS” teşebbüsünde bulunmuştur.

Altıncı olgu, Rum-Yunan ikilisinin, 1963 Aralık ayından sonra, Kıbrıs Türk halkını silâh zoruyla ve sert “ekonomik abluka” tedbirleriyle “tabut veya bavul” sloganıyla ifade ettikleri, “ya ölüm ya adayı terketme” seçeneklerinden birini tercih etmeğe mecbur bırakma çabalarıdır.

BMGS Kıbrıs Türk halkının o dönemde yaşamak zorunda bırakıldığı şartları “gerçek kuşatma” olarak tanımlamıştır.

Yedinci tarihî olgu olarak Ada’daki Yunan birliklerinin 15 Temmuz 1974’de gerçekleştirdiği askerî darbe ENOSIS ilân girişiminde bulunmuş olduğudur.

Bu girişim Barış Harekâtıyla Türkiye tarafından sonuçsuz bırakılmıştır.

Kıbrıs sorununun sorunun yarım asırdan fazla bir zamandır diplomatik ve siyasî bir çözüme kavuşamadan kalmasında, Kıbrıs Türk Tarafı’nın ve Türkiye’nin sorumluluğu yoktur.

Federal Çözüm Olmayacağı Kesinleşti

1968’den 1974 ortasına kadar süren toplumlararası müzakerelerde Kıbrıs Türk tarafının hedefi Rumlarla iç içe yaşadıkları siyasî coğrafyada sadece  “yerel özerklik” elde etmek olmuştur.  Rum tarafı bunu dahi kabul etmemiştir. 1980’den itibaren BM Güvelik Konsey’i çözüm için “iki toplumlu, iki kesimli federasyon” hedefine yönelmiştir.

Kıbrıs Türk tarafı Türkiye’nin de desteğiyle federal çözüm öngören BM girişimlerine destek vermiştir. Rum tarafı reddetmiştir.

2004’de Kıbrıs sorununun tarihinde ilk defa olarak tam teşekküllü bir müzakere mekanizmasıyla ortaya “iki eyaletli, iki kesimli” federal Devlet kurulmasını öngören bir çözüm plânı çıkmıştır. BMGS Kofi Annan’ın ismiyle anılan bu plânı Türkiye dahil, uluslararası bütün aktörler desteklemişlerdir. Rumlar bu plânı da referandumla reddetmiştir. KKTC halkı kabul etmiştir.

Böylece BM parametrelerine göre Kıbrıs’ta “federal çözüm” kurulmasının mümkün olamayacağı belli olmuştur.

Plân’ın Rum tarafınca reddedilmesinden sonraki gelişmeler içinde BMGS Annan “şayet Rumlar siyasî eşitliğe dayalı bir federal yapı içinde Kıbrıslı Türklerle gücü ve refahı paylaşmaya hazırlarsa, bunu sadece sözle değil, hareketleriyle de ortaya koymalıdırlar” değerlendirmesini yapmıştır.

Bu değerlendirmenin yapılmasından bu yana 17 yıl geçmiştir. Kıbrıslı Rumlar Kıbrıs Türk halkı ile bir federal ortaklık devletinde siyasî gücü ve refahı paylaşma iradesini hiçbir şekil ve ölçüde göstermiş değillerdir. Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon yataklarından istifade edilmesi bahsinde ortaya koydukları tutum da bu irade yokluğunun en bariz teyididir.

Kıbrıs sorunuyla ilgili gelişmelerin akışı içinde Kıbrıs sorununun doğal çözümünden kaçmak için ortaya atılan sun’i çözüm seçenekleri, tek tek  tüketilmiştir.  Gelişmeler, tek bir çözüm seçeneği olarak sorununun doğal çözümünü bütün ilgili taraflara ve BM Güvenlik Konseyi’ne âdeta dayatır hale gelmiştir.

Ada’da 1974’den bu yana iki ayrı siyasî coğrafya; dil, din, kültür, millî ülkü bakımından birbirlerinden farklı iki halk; iki devlet; iki ayrı halk iradesi ve demokrasi mevcuttur.

24 Nisan 2004 tarihinde Annan Plânı üzerinde iki ayrı Devlet’de ayrı ayrı referandumlar düzenlenmiş olması ve iki halkın iradelerine ayrı ayrı başvurulmuş olması bu gerçeğin kanıtıdır.

KKTC olgusu ve gerçeği uluslararası kabul görmeden anlaşmaya dayanan bir çözüm ortaya çıkamayacağını uluslararası camia artık anlama basiretini göstermelidir. KKTC ve Türkiye kararlı bir duruşlarıyla bu anlayışın doğmasını hızlandırmalıdır.

KKTC gerçeği göz ardı edilerek, çözüm arayışlarının sürdürülmesi, sun’i çözüm şekillerinin dayatılması, Ada’da fiilen oluşmuş bulunan mevcut dengelerin bozulması sonucunu doğuracaktır.  Böylece yapılan iş,  aslında çözüm ve barış arayışı değil, Kıbrıs’ta ve Doğu Akdeniz’de ciddi sorunlar, dertler, gaileler yaratma arayışı olacaktır.

BM Güvenlik Konseyi ve AB Ada’da şimdiye kadar anlaşmaya dayanan bir çözüm çıkmamış olmasında kendi mesuliyetlerinin bulunduğunu  da artık görmelidir.

BM Güvenlik Konseyi, kabul ettiği 4 Mart 1964 tarihli ve 186 sayılı kararla; AB de Kıbrıs sorunu çözülmeden ve  Türkiye de AB üyesi olmadan sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti’ni” AB üyesi olarak kabul etmekle, hem de bunu Rumların Annan Plânı’nın reddetmiş olmalarına rağmen yapmakla, Rum – Yunan ikilisini Kıbrıs sorununun çözümüne ihtiyaç duymaz ve çözümsüzlükten de rahatsız olmaz duruma getirmiş oldukları hakikatini artık idrak etmelidirler.

Doğal Çözüm, Egemen Eşitlik Temelinde İki Devletli Çözüm

Kıbrıs sorununa ilişkin gerçeklerin 1954’den bu yana 67 yıl boyunca akışı, netice itibariyle, çözüm için tek seçenek bırakmıştır.

Bu çözüm şeklinin de, Ada’daki iki ayrı “bağımsız ve egemen Devlet” arasında “egemen eşitlik” temelinde akdedilecek bir barış, iyi komşuluk, dostluk ve işbirliği andlaşmasıyla ortaya çıkacak çözüm olduğunu düşünüyorum.

Bu sonucun elde edilebilmesine hazırlık olmak üzere, KKTC’nin ve Türkiye’nin, BMGS’ne 1975’de verilmiş olan iyi niyet görevi çerçevesinde müzakere sürecine verdikleri desteği sona erdirmelerinin ve KKTC’nin Türkiye’ye ilâve olarak başkaca Devletler ve BM sistemi tarafından da tanınması için ortak girişimlerini uygun bir zamanlamayla başlatmalarının gerektiğine inanmaktayım.

Yunanistan Türkiye’nin Dostluğunun Değerinin Bilincine Varmalıdır

Unutmayalım ki Anavatanımız ve Mavi Vatanımız bir bütündür. Ege Denizi’nin ve Doğu Akdeniz’in ve bu çerçevede Kıbrıs Adası’nın Vatanımızın ve Mavi Vatanımızın güvenliği bakımından önemini vurgulamama lüzum yoktur. Kıbrıs üzerindeki uyuşmazlığın, bizatihi Kıbrıs sorununa ilişkin ve Kıbrıs adasındaki gerçeklere uygun akılcı, adil, kalıcı, sürekli bir çözüme ulaştırılması, Doğu Akdeniz’de istikrarlı bir barış ve güvenlik ortamı yaratılmasına da büyük ölçüde katkı yapacaktır.

Temennim odur ki, Kıbrıs Rum – Yunan ikilisi Kıbrıs sorunundaki çözümsüzlüğü AB çerçevesinde Türkiye aleyhinde istismar etme politikasının kendilerine uzun vadede bir fayda sağlamayacağını gecikmeksizin idrak ederler ve Kıbrıs’ta gerçekçi, kalıcı bir çözümün kendi öz çıkarları için de faydasını çok geçmeden görme dirayetini gösterirler. Türkiye’nin dostluğunun kendilerine olan faydasının da bilincine varırlar.

Yorumlar