Deniz Berktay Deniz Berktay

Ekim Devrimi ve Günümüz Rusyası

19 Aralık 2017
Ekim Devrimi ve Günümüz Rusyası

Bu yıl, sadece Rusya’nın ve eski Sovyet coğrafyasının tarihinde değil, dünya tarihinde kalıcı izler bırakan ve Sovyetler Birliği’nin kurulmasını sağlayan Ekim Devrimi’nin 100. yıldönümü.[1]  Bu yıl Rusya’da gayrı resmi kutlamalar yapıldıysa da, Kremlin yönetimi, bu konuda hiçbir etkinlik düzenlemedi. Oysaki bugünkü Rusya yönetimi, hemen her fırsatta, kendisinin Sovyetler Birliği’nin varisi olduğunu söylüyor. Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin de, Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının “20. yüzyılın en büyük trajedisi” olduğunu söylüyor. Fakat Putin’in Sözcüsü Dmitri Peskov’a, bu yıl Ekim Devrimi’nin 100. yıldönümü için resmi kutlama yapılıp yapılmayacağı sorulduğunda Peskiv, “Neden kutlama yapacağız ki, söyler misinizİ?”, diye yanıt verdi.  Peki, Sovyetler Birliği’nin varisi olduğunu her fırsatta dile getiren ve yabancı ülkelerin Sovyet dönemini eleştirmesini “tarihi çarpıtmak” olarak yorumlayarak tepki gösteren Rusya yönetimi, Sovyetlerin kuruluşuna yol açan  Ekim Devrimi’ni neden kutlamadı?  

Ekim Devrimi, nedir?

Ekim Devrimi’nin öncesi ve sonrasını kısaca hatırlayalım: Çarlık Rusyası, 1. Dünya Savaşı’na İngiltere ve Fransa ile aynı safta katılmış ve Almanya, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorlukları’na karşı savaşa girmişti. Rusya’da 1905 yılında meydana gelen ilk devrim, amacına tam ulaşamasa da, Çar II. Nikolay, parlamento kurarak, mutlak idareden, meşrutiyet düzenine geçmek zorunda kalmıştı. Sonraki yıllardaysa, Çar II. Nikolay, tekrar mutlaki düzene dönecekti. 1914 yılında Rusya’nın 1. Dünya Savaşı’na girmesi, ülke genelinde ulusal coşkuya neden olacak ve komünistler (Bolşevikler ve Menşevikler) dışında herkes, iç siyasi çatışmaları bırakıp Çar’ın etrafında birleşecekti. Fakat bu durum, uzun sürmedi. Rusya’nın savaşta uğradığı bozgunlar ve buna ek olarak savaş nedeniyle Rusya’nın dış dünyayla bağlantısının kesilmesi, Rusya’da kısa bir süreliğine donmuş olan iç çalkantıları ve sınıfsal çatışmaları daha da körükledi. Askerler arasında isyanlar çıktı. Sonuçta, tarihe Şubat Devrimi olarak geçen (eski takvimde 23 Şubat’a, yeni takvimde 8 Mart’a denk geliyor) devrimle Rusya’da çarlık rejimi yıkılarak, cumhuriyet ilan edildi. İktidara, liberallerin ve ılımlı sosyalistlerin bulunduğu bir grup geldi. Fakat komünistler, ihtilalden sonra iktidarı yeni yönetime devretmeyi reddederek, kendi paralel yönetimlerini kurdular. Öte yandan, yeni yönetimin Çarlık rejiminin hatalarını sürdürmesi, toprak mülkiyeti sorununa çözüm bulamaması ve savaşa devam etmek istemesi (üstüne üstlük savaşta yeni ve daha ağır bozgunlara uğraması), ülkede yeniden çalkantılara neden oldu. Sonunda, eski takvime göre 25 Ekim, yeni takvime göreyse 7 Kasım’da, Lenin liderliğindeki Bolşevikler (Rus komünistlerinin çoğunluğu oluşturan, radikal grubu), o zamanki başkent olan Petrograd’da (St. Petersburg’un 1. Dünya Savaşı yıllarındaki adı. Sovyet dönemindeki Leningrad şehri) ihtilal yaparak, bütün iktidarın Sovyetlere geçtiğini ilan ettiler. Fabrikaların işçilere, toprağın köylülere dağıtılacağını ve ülkenin savaştan çekileceğini vadeden Bolşevikler, eski Çarlık Rusya’sı coğrafyasında, sosyalist düzen kurmaya girişti.  

Diğer taraftan, eski düzene dönülmesini savunan Çarlık yanlısı güçler, Rusya’nın çeşitli bölgelerine çekilmiş ve buralarda kuvvet toplamaya başlamıştı. 1918 yılı ilkbaharında, ellerinde silahları bulunan 40 bin kişilik Çekoslovak esirlerin Sibirya’da isyan etmesiyle, Rusya’da 4 yıl kadar sürecek olan iç savaş başladı. Çarlık döneminin önde gelen komutanlarından General Denikin Kuzey Kafkasya ve Güney Rusya bölgesinde (görevden ayrılmasından sonra yerine General Vrangel geçecekti), Amiral Kolçak Sibirya bölgesinde, General Yudeniş ise (Enver Paşa’nın 1914’teki Sarıkamış harekatının bozguna dönüşmesini sağlayan Rus generali) Baltık bölgesinde, yeni rejime isyan bayrağı açtılar. Diğer taraftan, Çarlık Rusyası’nda farklı milletlerin yaşadıkları bölgelerde, bağımsız devletler kurulmaya başladı (Finlandiya, Polonya, Estonya, Letonya, Litvanya, Ukrayna, Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan gibi. Bunlardan sadece Finlandiya ve Polonya’nın bağımsızlığı kalıcı olacak, üç Baltık Devleti 1940’ta SSCB tarafından ilhak edilecek, diğerleriyse birkaç yıl sonra Sovyet orduları tarafından ele geçirilecekti). Bundan başka, sosyalist devrimin kendi ülkelerine sıçramasından korkan İngiltere, Fransa ve Japonya, Sovyetler Birliği’ne askeri müdahalede bulunarak, buradaki Bolşevik karşıtı unsurları desteklediler. Ne var ki, eski rejimi savunan Beyaz Ordu komutanlarının kendi aralarında birlik olamaması, her birinin ayrı ayrı liderlik iddiasında bulunmaları, Beyaz Ordu güçlerinin yenilgisini hazırlayan en önemli etkenlerden biri oldu. Troçki liderliğindeki Kızıl Ordu, kendi aralarında çekişme halinde olan Beyaz Ordu güçlerini teker teker yendi. İkinci olarak, Beyaz Ordu komutanlarının, bulundukları yerlerdeki yerli halklara karşı hoşgörüsüz davranmaları (ki bu noktada Çarlık döneminin sivil bürokratlarının da çok gerisine düşmüşlerdi) ve onlara, Çarlık dönemindekinden daha fazla özgürlüğe sahip olmayacaklarını açıkça söylemeleri, ilk başlarda Beyaz Ordu’ya destek veren Tatar-Başkırt gibi halkların Kızıl Ordu saflarına geçmelerine neden oldu. Ukrayna, Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan’da kurulan bağımsız yönetimler ise, iç siyasi çalkantıların ve Sovyet propagandalarının sonucunda, Kızıl Ordu tarafından yıkılıverdi. Böylelikle, 1991’e kadar sürecek olan Sovyetler Birliği kurulmuş oluyordu.

Ekim Devrimi’nin liderleri, devrimin bütün dünyaya yayılması beklentisi içindeydi. Ne var ki, 1920 yılında Kızıl Ordu’nun Polonyalılar tarafından Varşova’nın yanı başında durdurulması, “dünya devrimi” beklentisinin ertelenmesine neden olacak ve Sovyet yönetimi, eski Çarlık Rusyası topraklarıyla sınırlı kalacaktı. Öte yandan, İkinci Dünya Savaşı’nda en ağır kayıpları veren Sovyetler Birliği, savaştan dünyadaki iki süper güçten biri olarak çıktı ve böylelikle Ruslar, tarihlerinde hiçbir dönem sahip olmadıkları bir güce kavuştular (Moskova’nın denetlediği bölgelerin Almanya’nın ortalarına kadar uzandığını hatırlayalım).

SSCB’nin Dağılması ve Rusların Geçirdiği Travma

1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılması, eski Sovyet Cumhuriyetleri’nde, farklı şekillerde değerlendirildi. Bağımsızlıkçı hareketlerin Sovyetlerin dağılmasından önce ortaya çıkıp güçlendiği Baltık ve Kafkas cumhuriyetleri, SSCB’nin yıkılışını, bağımsızlıklarına kavuşma olarak algıladılar ve hızlı bir şekilde, Sovyet döneminden arınma politikalarını uygulamaya koydular. Rusya’daysa, tam bir kafa karışıklığı hâkimdi. SSCB’nin yıkılışının baş aktörü olan Boris Yeltsin’in girişimiyle, SSCB’nin onbeş kurucu cumhuriyetinden biri olan Rusya Federatif Sosyalist Cumhuriyeti 12 Haziran 1990’da SSCB’den egemenliğini ilan etmiş, bu adım, diğer Sovyet cumhuriyetlerindeki ayrılma yanlısı eğilimlerin epey güçlenmesine, dolayısıyla SSCB’nin dağılmasına yol açan çok önemli bir etken olmuştu. Sovyetler Birliği’nin dağılması ve sosyalist düzenin yıkılması sonrasında Rusya’da görülen iç karışıklıklar, ekonomik kriz, nüfusun büyük kısmının fakirleşmesi ve bütün bunların da etkisiyle Rusların dünyadaki iki süper güçten biri iken neredeyse bir üçüncü dünya ülkesi durumuna düştükleri hissine kapılmaları, onları farklı bir düşünceye sevk etti: Evet, belki sosyalist düzen kötü olabilirdi (kaldı ki, bütün Ruslar böyle düşünmüyordu. Rusya’da komünizm sempatizanlığı 1990’lar boyunca çok güçlüydü ve günümüzde de güçlü) fakat sonuçta yıkılan imparatorluk, kendi imparatorluklarıydı. Bir zamanlar Moskova’ya bağlı olan topraklar, artık sınırların ötesinde kalmıştı. Hepsi bir yana, Rusların kendilerinden farklı olduğunu bir türlü kabul etmek istemedikleri Ukrayna, sınırların dışındaydı artık (Ruslardaki Ukrayna algısını ayrı bir yazıda ele alacağız). “En kötüsü” de, Rusya’nın ayrılmaz bir parçası olarak görülen Kırım Yarımadası, Ukrayna’da kalmıştı (yakın dönem Rus tarihinin en Batı yanlısı siyasetçileri olan ilk Rus Cumhurbaşkanı Boris Yeltsin ile onun Dışişleri Bakanı Andrey Kozirev bile, Ukrayna’yı ve özellikle Kırım’ı Rusya’nın denetiminde tutmak için ellerinden geleni yapmışlar, fakat 1990’ların şartlarında, ellerinden fazla bir şey gelmemişti). Bunların sonucunda, sosyalizme hiç bir sempatisi olmayan kesimler bile, SSCB’nin yıkılışına esef etmeye başladılar. Rusya’nın Sovyetler Birliği’ne karşı egemenliğini ilan ettiği 12 Haziran tarihi, SSCB’nin yıkılışından hemen sonra Rusya’da milli bayram ilan edilirken, birkaç yıl sonra, Rusya’nın SSCB’den “ayrılmasının” kutlanacak bir tarafının olmadığı düşüncesi egemen oldu. Nitekim Vladimir Putin’in cumhurbaşkanı olmasından kısa bir süre sonra, 2002 yılında, bayramın adı “Rusya Günü” olarak değiştirildi ve bugünün neden bayram olduğu, unutturuldu.

Kafkas ve Baltık cumhuriyetlerinde Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından hemen sonra bütün Lenin anıtları kaldırılıp Sovyet yönetimiyle bağlantılı olan yer ve sokak adları değiştirilirken, Rusya’da Lenin heykellerinin ve Sovyet dönemi yer adlarının büyük kısmına, dokunulmadı.   

Ekim Devrimi Bayramı Nasıl Kaldırıldı?

SSCB’nin 1991’de yıkılmasına rağmen, Rusya’da Ekim Devrimi’nin yıldönümü olan 7 Kasım, 2004 yılına kadar resmi bayram olarak kutlandı. Bunda, Rusya genelindeki Sovyet nostaljisinin yanı sıra, yeni yönetimin, yıkılanın yerine neyin konacağını bilememesinin de etkisi vardı. 2004 yılında kabul edilen bir kararla, 7 Kasım’ın o yıl son kez resmi bayram olarak kutlanmasına ve ertesi yıldan itibaren, Rusların 1612 yılında birlik olup Polonyalıları ve onların işbirlikçilerini yenip yeniden bağımsızlığı elde ettikleri 4 Kasım gününün “Ulusal Birlik Bayramı” olarak kutlanmasına karar verildi. Çarlık Rusyası döneminde bile kimsenin kutlamayı düşünmediği bu günü 293 yıl sonra bayram ilan etmenin tek amacının, 7 Kasım’ın yerine başka bir şey koymak olduğu, açıktı.

Kremlin’in Yeni Resmi İdeolojisi

Putin, 2004 yılında başlayan ikinci cumhurbaşkanlığı döneminde, Rusya’da yeni bir resmi ideoloji yaratma çabasına girişti. 2003 yılında Gürcistan’da, 2004 yılında Ukrayna’da, 2005 yılındaysa Kırgızistan’da Batılı ülkelerin açık destek verdikleri “renkli devrimlerin” meydana gelmesi ve renkli devrimlerin bir sonraki adresinin Rusya olma olasılığının belirmesi, Kremlin yönetimini, toplumu kendi çevresinde birleştirecek bir resmi ideoloji oluşturmaya sevk etti. Putin, Batı’nın liberal değerlerine karşı Rusya’nın “kendine özgü” olduğunu vurgulayan ve bir taraftan muhafazakâr değerleri savunan, fakat diğer taraftan da Sovyet dönemini tamamen reddetmeyen yeni bir resmi ideoloji girişimine destek verdi. Rus Ortodoks Kilisesi de, tarihin pek çok döneminde olduğu gibi yine Kremlin yönetimine destek verdi ve resmi ideolojinin oluşturulmasına katkıda bulundu. Rus Kilisesi’nden yapılan açıklamalarda, çevre ülkelerdeki “renkli devrimler” lanetleniyor ve devrim yapmanın şeytana uymak olduğu ifade ediliyordu. Özellikle vurgulamak gerekirse, devrimler “iyi” ve “kötü” veya “ilerici” veya “gerici” olarak ayrılmıyor, bir bütün olarak lanetleniyordu ki bu çerçevede Ekim Devrimi de lanetlenmekteydi. Bu yaklaşım aynı zamanda, bu yılın başlarında Rusya yönetiminin liberal çizgideki Şubat Devrimi’nin 100. Yıldönümünü kutlamaya hazırlanırken neden son anda bundan vazgeçtiğini de açıklamaktadır. Tabii Şubat Devrimi’nin Kremlin yönetimi açısından olumsuz görülebilecek bir diğer yönü de, Şubat Devrimi’nin Rusya’da mutlaki yönetime son vermiş olmasıdır, ki bunun, “yönetilebilir demokrasi” diye bir kavram ortaya koyan Kremlin yönetiminin değerlerine pek uygun düşmediği, ortadadır.

Kremlin’e bağlı kuruluşların yaptığı propagandalarda, Rusya’da istikrarın her şeyden önemli olduğu vurgusu yapılırken, özellikle üç dönemin lanetlendiği görülüyor: 1- 1600’lü yılların başlarında Rurik Hanedanı’nın sona ermesinden Romanov Hanedanı’nın kurulmasına kadar geçen ara dönemdeki iç karışıklıklar. 2- Rusya’nın “karışıklıklara yuvarlandığı”1917 yılındaki Şubat ve Ekim Devrimleri ve takip eden İç Savaş yılları. 3- 1991 yılında Sovyetler Birliği’nin dağılması. Başka bir deyişle, Kremlin yönetimi, Sovyetler Birliği’nin kurulmasını ayrı bir trajedi, yıkılmasını ayrı bir trajedi olarak görüyor. Zira milliyetçi*muhafazakâr çevrelerin destek verdiği bu yeni resmi görüşe göre, Rus Ordusu 1. Dünya Savaşı’nda bütün cephelerde zaferler elde ederken (bunun ne kadar gerçekçi bir yorum olduğu ayrı bir yazı konusu olur), “Almanlardan destek alan Lenin” nedeniyle “devrim karmaşasına sürüklenmiş” ve savaştan çekilmek zorunda kalmış. Yine Rus milliyetçi çevreleri ve günümüzün Kremlin yönetimi, Sovyet yönetimini, ülkeyi federe cumhuriyetlere böldükleri için eleştiriyorlar. Bu görüşe göre, eğer Lenin Sovyetler Birliği’ni federe birimlere bölmeseydi, 1991 yılında Ukrayna, Kazakistan, Azerbaycan gibi bağımsız devletler ortaya çıkmazdı. Nitekim Putin, bu konudaki görüşünü en net bir biçimde geçen sene katıldığı bir toplantıda ortaya koydu ve Lenin’i, federe cumhuriyetler yaratmak suretiyle “Rusya’nın temellerine atom bombası koymakla” suçladı.

Yıkılanın Yerine Ne Konacak?

Öte yandan, Rusya’da 1991’den bu yana yönetime gelenlerin karşılaştıkları önemli bir sorun, Sovyet sonrası Rusya’da gurur duyulacak bir başarının elde edilememiş olmasıydı. Başka bir deyişle, Sovyetler Birliği döneminde Ruslar Berlin’e girmişler, uzaya ilk insanı göndermişlerdi. Peki, Rusya Federasyonu döneminde gurur duyulacak ne yapılmıştı? Bu husus, Rusya’nın İkinci Dünya Savaşı’nda Nazilere karşı kazanılan zafer temasını sürekli vurgulamasının nedenlerinden biriydi. Sovyetlerin zaferinin vurgulanmasının bir diğer nedeni de, Avrupa ülkelerine, “Sizi Nazilerden kurtaran biziz” diyerek, bugünkü dünya siyasetinde ağırlık kazanma kaygısıdır. Sovyet mirasını bu nedenle sahiplenmek isteyen Rusya yönetimi, bu çerçevede Sovyet tarihine yönelik özellikle Doğu Avrupa ülkelerinden gelen eleştirilere sert tepki göstererek, bu girişimleri, “tarihi çarpıtmak” olarak nitelendiriyor. Başka bir deyişle, “Sovyet dönemi eleştirilecekse, biz eleştiririz”, diye ifade edilecek bir yaklaşım sergiliyor.

Bu noktada bir not düşelim: Rusya’nın 2014 yılında Ukrayna’nın Kırım Yarımadası’nı ele geçirip ilhak etmesi, Sovyet sonrası dönemin en önemli atılımı olarak görülüyor. Tam da bu nedenle Rusya yönetimi, önümüzdeki yılın cumhurbaşkanlığı seçimlerini, Kırım’ın ilhakının yıldönümü olan 18 Mart tarihinde düzenleyecek.

Putin’in Toplumsal Uzlaşma Kaygısı

Putin, SSCB’nin çöküşünün “20. Yüzyılın en büyük trajedisi” olduğunu söylediği 2005 yılında, Sovyet yönetimine karşı savaşmış Çarlık yanlısı General Denikin’in naaşını Rusya’ya getirtip resmi törenle gömdürmüştü. Yine aynı dönemlerde, Kremlin’e yakın çevreler, Lenin’in naaşının Kızıl Meydan’daki mozolesinden çıkartılarak bir mezarlığa gömülmesi gerektiğini söylemeye başlamışlardı. Lenin’in naaşının mozoleden çıkartılmasına yönelik tartışmalar, hala sürüyor. Öte yandan, Rus basınına yansıdığına göre Vladimir Putin, Rusya Federasyonu Komünist Partisi Başkanı Gennadiy Zyuganov’a, Lenin’in naaşının mozoleden çıkartılmayacağını söyledi. Putin’in bu tavrının birkaç nedeni olabilir: Birincisi, Rusya’da Lenin’e ve komünizme sempati duyanların sayısı, Rus Komünist Partisi’ne oy verenlerden çok daha fazla. İkincisiyse, bugünkü Rus toplumunun büyük bölümünün ataları, Rus İç Savaşı’nda Kızıl Ordu saflarında çarpışmış kişiler. Beyaz Ordu’da çarpışmış olanların torunlarıysa,  Batılı ülkelere yerleşmiş bulunuyor. Dolayısıyla Rus toplumunun ağırlıklı bir bölümü, doğrudan sosyalizmi benimsemese bile Lenin’i kendi tarihinin bir parçası olarak görüyor. Bu nedenle de Rusya yönetimi, toplumda huzursuzluğa yol açacak adımlar atmaktan kaçınıyor.

Özetlersek günümüzün Rusya yönetimi, “devrim” olgusunu bir bütün olarak kötü gören, muhafazakâr bir dünya görüşünü benimsiyor. Lenin’in fikirleri sadece bu nedenle bile, Putin yönetimine ters düşmekte. Buna karşılık Rusya yönetimi, Avrupa ve dünya siyasetinde söz sahibi olmak için, Sovyet mirasına vurgu yapıyor. Bu da onun Sovyet mirasını reddetmemesinin en önemli nedenlerinden biri. Son olarak, Lenin’e sempati duymadığını gizleme gereği hissetmeyen Kremlin, her şeye rağmen, toplumda huzursuzluğa yol açmamak için, bu konuda keskin bir tavır göstermek istemiyor.

Rus Devrimi’yle bağlantılı olayların 100. yıldönümleri, önümüzdeki aylarda anılmaya devam edecek. Biz de bu vesileyle, Ekim Devrimi ve sonrasını çeşitli açılardan burada irdelemeyi sürdüreceğiz. 

 


[1] Rusya’da 1918 yılına kadar kullanılan eski takvimde (Jüliyen Takvimi) bu devrim 25 Ekim’e denk geldiği için, tarihe “Ekim Devrimi” olarak geçti. Yeni takvimdeyse (Türkiye’nin ve Batı dünyasının kullandığı Gregoryen Takvimi) bu devrim, 7 Kasım tarihine denk geliyor.

Yorumlar