Özdemir Akbal Özdemir Akbal @ozdemirakbal

Sınırlar Ateş Çemberindeyken!

04 Ağustos 2017

"…Irak'taki Türkler yıllardır kadre uğruyor. Bu bilinen bir gerçek. Ancak şunu da açık bir şekilde ifade etmekte yarar var ki, ABD'nin Irak'ı işgalinin ardından kriz daha da yükseldi. Saddam döneminde Türk bölgelerinin Araplaştırılması politikası yürütüldü. ABD işgali ile birlikte Türk bölgelerinin Barzani'nin partisi KDP eliyle Kürtleştirilmesi politikası yürütülüyor. Irak'ın işgalinin ilk yıllarında Barzani'nin partisi KDP ile Talabani'nin partisi KYB arasında çıkar ortaklığı dolayısıyla adı konmamış bir koalisyonun sonucu olarak Irak Türkleri büyük sıkıntılar çektiler. Şimdi ise durum daha vahim. Bölgedeki Türklere göre bir yandan bölücü terör örgütü ile sorun yaşayan Barzani ile bölgede Talabani sonrası yeniden etkin hale gelmek isteyen KYB ve muhalif yapı Goran hareketinin, PYD elebaşı Salih Müslim ile görüştüğü belirtiliyor. Yani Irak'ın kuzeyindeki Türkler için çember her geçen gün daralıyor. Tehlike o kadar yakın ki, Musul milletvekili ve Irak Türkmen Cephesi Başkanı Erşad Salihi'nin yeğeni de çatışmalarda şehit düştü. Irak'taki Türkler büyük tehlike altında, saldırılara maruz kalıyorlar, şehit oluyorlar. Şimdi bu haberler doğruysa direkt olarak PKK tehdidi ile de karşı karşıyalar. 

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu yaptığı açıklamada (26.10.2016), Türkiye'nin Türkmenler tehdit altındaysa ve zarar görürse müdahil olmaya muktedir olduğunu ifade etti. E hadi hayırlısı. Muktedir icra eder icra da gözle görülür ve somuttur. Göreceğiz. Gelelim müdahil olma şekillerine. İlla ki bağıra çağıra topla tüfekle girmek gerekmez. Varsın kürsülerinizden kendinize paye çıkarmayın sayın siyasiler. Birlik olun gerekli temelleri hazırlayın, orada bu memleket ve Irak Türklüğü adına gözünü kırpmadan ateşe koşacak pek çok babayiğit çıkar…”

Yukarıdaki iki paragraf 28.10.2016 tarihinde Ateş Çemberinde Olanlar ve Olabilecekler başlıklı yazımdan alıntıdır. Bugüne kadar bu söylemlere dair maalesef bir gelişme gözlemlenemediği gibi, Irak Türklerinin Lideri Erşad Salihi pek çok kez 14 Temmuz 1959'da yaşanan bir katliamın benzerinin yaşanmasının mümkün olduğunu ifade etmektedir. 
Bu yazıda önemle dikkat çekmek istediğim konu ise aslında Suriye'nin kuzeyinde gerçekleşen ve YPG'nin hayli şımartılarak desteklendiği hadiseler ile Irak'ın kuzeyinde gerçekleşen hadiselerin de birbirinden bağımsız olmadığıdır. Geçtiğimiz günlerde 28 Temmuz 2017 tarihinde ABD'nin başkenti Vaşington'da bir Kürdistan Sempozyumu düzenlendi. Irak'ın kuzeyinde bulunan de facto yapının bağımsız bir devlet olması yönünde 25 Eylül 2017'de yapılması planlanan referandum da konuşuldu. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki; yapılacak olan referandumdan elbette bağımsızlık yönünde bir karar çıkacak. Bu bölgede bağımsız bir Kürt devletinin kurulması için karar tek başına yeterli değil. Çıkması kuvvetle muhtemel olan bağımsızlık kararı iç politikada tartışmaya bayıldığımız Türkiye Cumhuriyetinin tapusu niteliğindeki Lozan Barış Antlaşması başta olmak üzere geleceğe dönük olarak devletimiz açısından da büyük bir tehdit. Buna ek olarak, ABD'nin Suriye'nin kuzeyinde Rakka Sivil Konseyi adını verdiği bir yapılanmanın en geç önümüzdeki yıl seçimle kendi idarecilerini seçebileceği bizzat IŞİD Özel Temsilcisi Brett Mc Gurk tarafından açık bir şekilde ifade edildi. 

Bütün bunlar birleştirilip, genel gidişat çerçevesinde dikkate alındığında aslında Türkiye'nin etrafını sarmakta olan bir ateş çemberinin alevlerinin her geçen gün yükseldiğini görmek için dahi olmaya gerek yok. Bu noktada iç politik polemiklerde bir kısım vatandaş ve bir grup örgütlü sosyal medya kullanıcısı tarafından kıskanılma, yalnız kalma vs gibi söylemler içeren sloganik ifadelerle meseleyi tanımlamak da elbette mümkün. Ancak unutulmamalı ki; dış politikada yaşananlar da tıpkı iç politikada olduğu gibi bir sebep sonuç ilişkisine dayanmaktadır. 
Bu ölçekte bakıldığında sıkça kullandığım EN KÖTÜ DEVLET BİLE DEVLETSİZLİKTEN EVLÂDIR! İfadesini burada bir kez daha tekrar etmek isterim. Yani Esad'ın devrilmesi ısrarı, ülkedeki otorite boşluğunu yaratırken, pek çok alanda kendince hâkimiyetini kurmuş olan, başta ABD ve Rusya olmak üzere yabancı devletler tarafından güdülerek yönlendirilen küçük küçük otoriteler ortaya çıkarmıştır. Suriye'de bir dönüşüm hükümeti kurulma girişiminin temeli olan Rakka Sivil Konseyi, 27 Mayıs 2013'te yazdığım yazının ana fikrini doğrular niteliktedir. 
Bunun yanı sıra Irak'ın kuzeyindeki de facto yapının uluslararası alanda meşruiyet sağlamak amacıyla ortaya koyduğu çabalar da dikkatten kaçırılmamalıdır. Yukarıda iki paragrafını alıntıladığım yazı kaleme alınırken, Türk dış politika yapıcıları hem Rakka'da hem Musul'da; hem masada hem de sahada olunacağını ifade ediyordu. Ancak Türkiye şu ana kadar ne YPG terörist organizasyonunun engellenmesi ne de Musul'un IŞİD'den temizlenmesi konusunda aktif bir rol elde edebilmiş değildir. Aksine ABD ve Rusya'nın YPG'ye verdiği destek giderek artıyor, sadece ABD'nin gönderdiği silah ve mühimmat desteğinin 900 tır dolusu olduğunu sağır sultan bile duydu. Tabii Türkiye'deki basına çok yansımasa da Rusya'nın YPG desteğini de göz ardı etmemek gerekir. 

Ruslar, Suriye'nin kuzey bölgesinde YPG'nin güvenliği için hayli önemli bir güç durumunda. Ayrıca 2014 yılının son üç ayında Irak'ın Kuzeyindeki de facto yapının silahlı birimi olan peşmergenin de Türk topraklarının içerisinden Suriye'nin kuzeyine geçişini gözden uzak tutmamak gerekir. Ancak olayların başından itibaren, Esad'ın devrilmesi yerine kontrol altına alınması ve yönlendirilmesine dair bir politik tutum sergilenmiş olsaydı, belki de bugün Suriye'de gerçekleşen olaylar çok farklı bir mecrada seyrediyordu. Elbette bu durumda Irak'ın kuzeyindeki de facto yapı da bu denli cüretkâr davranışlar içine girmekte zorluk çekecekti.

Yorumlar