Şanlı Bahadır Koç Şanlı Bahadır Koç

Popülist Dalganın Sörfçüsü “Bebek Adam”: Trump Fenomeni Üzerine Notlar

23 Temmuz 2016
“ ABD büyük ekonomiler içinde ekonomik krizden en güçlü şekilde çıkan ekonomi olmasına karşın Amerikan toplumunda nimetlerin eşit paylaşılmaması, gelecek korkusu ve alıştıkları dünyanın değiştiği ve ülkelerinin ellerinden kopup gittiği duygusu ciddi bir tepki yaratıyor. Donald Trump bu kızgınlığın Amerikan sağındaki sesi olmayı başardı. Bu yazıda oldukça ilginç bir “karakter” olan Trump üzerinden Amerikan siyasetinin geleceği ile ilgili spekülatif değerlendirmeler yapmaya çalışacağız. „
Popülist Dalganın Sörfçüsü “Bebek Adam”: Trump Fenomeni Üzerine Notlar

ABD’de Cumhuriyetçi Parti ciddi bir kriz yaşıyor. Parti onlarca yıldır sermayeye hoş gelen politikaların (düşük bütçe açığı, sosyal harcamalarda kısıntı, az vergi ve deregülasyon), şahin dış ve güvenlik politikalarını savunanların ve sosyal muhafazakarlığın bir koalisyonuydu. Parti elitleri silah hakları, kürtaj karşıtlığı, milliyetçilik ve güvenlik gibi kartları kullanarak 10 milyonlarca düşük gelir ve eğitime sahip Amerikalının oyunu aldılar ama sonra küreselleşme, finansallaşma, serbest ticaret, gevşek göçmen kuralları (ya da uygulamaları) ve sosyal harcamalarda kısıntılarla bu grubun görece olarak fakirleşmesi, istihdam imkanlarının azalmasına, statü kaybına ve geleceğe endişeyle bakmalarına neden olan noktaya gelinmesinde başı çektiler. 1960 ve 70’lerdeki Amerikan filmlerinde, mesela fabrikada işçi olarak çalışan Amerikalıların önünde kocaman yeşil bir çim alan olan evlerde, çocuklarını üniversiteye göndererek yaşadığını ve ailede hemen herkesin arabası olduğunu izlerdik. Bugün o fabrikanın ülke dışına taşınmış olması ve o işçinin oğlunun aynı gelir düzeyinin altında ve daha az garanti ve sürekli bir işte çalışıyor olması muhtemeldir. O gencin Irak’ta savaşmaya gitmiş olması da. Göçmenler iş piyasasında rekabeti arttırdı ve ücretlerin düşük kalmasına neden oldu. Yukarıda bahsettiğimiz bu kitleler liberal entelektüellere medyaya, onların sahip olduğu ya da öne sürdüğü hayat tarzı ve sosyal değerlere mesafeli olduğu için ve dış politikada onları gevşek gördüğünden Demokratlara da çok yönelmedi. Bugünse politikacıların yıllardır Fox News gibi medya kanallarıyla Demokratlara karşı tepki ve kızgınlığı hep yüksek tutulan bu kitle kendi partisinin elitlerine karşı bir tür başkaldırı içine girmiş bulunuyor. Bu başkaldırının içinde eşitsizlik ve elitlere karşı duygusal tepki, yabancı düşmanlığı, ırkçılık gibi unsurlar var. Kendilerine Trump adında fareli köyün bir kavalcısını buldular ve onun peşine takılmış durumdalar. Mesela genelde yaklaşık yüzde 80 oranında Cumhuriyetçilere oy veren Evanjelistlerin 3 kez evlenmiş, İncil’den ezbere tek bir parça bilip bilmediği şüpheli, kilisedeki çanağa para koymaya kalkacak kadar bu işlere uzak Trump’ı desteklemeleri şaşırtıcı. Eğer partinin tabanı ve elitleri arasında bir kopukluk olmasaydı Donald Trump bu şekilde başarılı olamazdı. Ama Trump’ın karakteri, “ilginçliği”, medyatikliği olmasaydı da kriz belki tam bu zaman ve bu şekilde yaşanmayabilirdi. Trump fabrikaları yurtdışına taşıyan şirketleri onları geri getirmeye zorlayacağını, gümrükleri arttıracağını, Meksika sınırına duvar çekerek kapatacağını, 11 milyonun üstünde yasadışı göçmeni ülkelerine geri göndereceğini ve Müslümanların ülkeye girişini engelleyeceğini söylüyor. Dış politikada ise milliyetçi ama güç kullanmaya kısmen mesafeli bir görüntü çiziyor, müttefiklere karşı sert pazarlık yapmaktan bahsediyor ve demokrasi yayma gibi amaçlardan vazgeçilmesini istiyor. Trump’ın liderliğinde bir Amerika’nın en güçlü devlet olmaya devam etse dahi küresel hegemon olmaktan çıkabileceği söylenebilir. Çünkü Trump ABD’nin uluslararası sistemin abisi, garantörü, finansörü ve jandarması olmasını istemiyor.

Donald J. Trump muhtemelen ABD Başkanı olmayacak, o zaman onun hakkında bu yazı niye? Çünkü, 1) şansı azımsanacak kadar da düşük değil (yüzde 30?), 2) bu oran arada yaşanacak bazı gelişmelerle artabilir, 3) Trump’ın kazanması ABD siyaseti, toplumu, dış politikası ve hatta belki de dünya düzeni ve dolayısıyla Türkiye açısından önemli sonuçlar doğurabilir, 4) Trump, kaybetse bile, ABD toplumu ve siyasetinin yaşadığı mevcut ve potansiyel değişimin doğasını anlamak, ölçmek ve geleceğini tahmin etmek için önemli ipuçları sunuyor olabilir. ABD alışılmışın dışında bir seçim yaşıyor. Seçimlerle ilgili doğru bilinen, yıllardır hep doğru çıkan prensip, alışkanlık, kural ve tahminler boşa çıkıyor ve zayıflıyor. ABD siyasi nizamı zayıflıyor ve belki de çatırdıyor. Ama işin ilginci, seçimi yine de tüm adaylar içinde belki de düzenin en güçlü destekçisi olan Hillary Clinton kazanacak. Trump fenomeni ABD’de önemli büyüklükte bir kitlenin siyasetten, “dünyanın” ve ülkenin gidişinden, ekonomiden ve kendi ekonomik durumlarından, elitlerden, küreselleşmeden, geleceklerinden, güvenliklerinden memnun ve emin olmadıkları bir dönemde ortaya çıktı. Trump, soldaki Sanders ile beraber, bu memnuniyetsizlik ve kızgınlığın sesi olmayı önemli ölçüde başardı. Küreselleşmenin genelde net olarak faydalı olup olmadığı tartışılabilir ama gelişmiş ülkelerdeki eğitimsiz ve vasıfsız işçiler dahil olmak üzere bazı kesimler için gelir, statü, iş güvencesi, geleceğe dair güven, kendine güven, umut kaybı yarattığı açık. Bu kesimler şimdiye kadar sosyal kültürel konularda muhafazakar pozisyonlar alarak ikna edilebiliyordu. Artık bunun çok daha zor olacağı açık. Az eğitimli ve düşük gelirli beyazların “sahibi olduklarını düşündükleri ülkenin ellerinden kayıp gittiğini” düşünmeleri Trump’ın yükselişinin en önemli nedenleri arasında.

Amerikan elitleri popülist saldırıyı püskürtecek ve onu ehlileştirecekler mi, yoksa bu sadece bir Pirus Zaferi olacak da bir dahaki sefere daha güçlü bir dalga gelecek ve onları devirecek mi henüz bunu bilecek durumda değiliz. Trump Trump olmasaydı bu popülist ve kızgın dalganın liderliğini ele geçiremezdi. Seçime girmeden sahip olduğu tanınırlılık, sıra dışı “renkli” kişiliği, medyatik ve direk tarzı onun Cumhuriyetçi rakiplerini şaşırtıcı bir şekilde saf dışı bırakmasını sağladı. Ama Trump’ın kişiliğindeki çok sayıdaki antipatik unsur da onun bir genel seçimi kazanma şansını sınırlıyor. Ayrıca belki şu da eklenebilir, Trump hem zaten mevcut olan kızgınlık dalgasının üzerinde sörf yaptığı gibi söylemleri ile bu dalganın daha kabarmasına katkı yapıyor da olabilir. Trump da kaybederse son 7 Başkanlık seçiminin 6'sında Demokratlar Cumhuriyetçilerden daha fazla oy almış olacak ki herhalde buna bir tür "trend" denebilir. Demografik trendler katılımın ve tercih kriterlerinin farklı olduğu Kongre seçimlerinde değilse bile Başkanlık seçimlerinde Demokratları daha şanslı kılıyor. Hispanikler, siyahlar ve son dönemde Asyalılar daha çok Demokratlara oy veriyorlar. Beyaz yakalılar, yüksek eğitim görenler ve çalışan kadınlar da ve bu grupların nüfus ve seçmen içindeki payı artıyor. Ama tabii sonuçta her seçim kendi bağlamı içinde değerlendirilmeli. Bazı gelişmeler, liderler ve meseleler bu trendlerin etkisini azaltabilir. Seçime katılım her grupta eşit olmadığı için liderlerin yarattığı heyecan katılımı ve sonuçları hala etkileyebilir. Son dönemde Cumhuriyetçi Parti’nin giderek daha çok düşük eğitimli ve dar gelirli beyazların partisi olduğu görülüyor. Yükselen demografik grup Hispaniklerin kilit bir grup olduğu ve partinin bu grubu Demokratlara kaptırmaması gerektiği 2012 seçimlerinden sonra çok konuşulsa da Trump’ın göçmenlere ve Meksika’ya yönelik menfi tutumu bu amacın gerçekleşmesini imkansıza yakın hale getirdi. Ayrıca Trump’ın eğitimli beyazları ve genel olarak kadınları kaçıran üslubunu da buna eklersek seçilmesi için bazı olağandışı şeylerin olması gerekebilir. Trump ve Cumhuriyetçiler için sorun şu ki, artık Amerika’da Trump’ı Başkan seçmeye yetecek kadar çok sayıda Beyaz Amerikalı olmayabilir. Ancak bu grubun seçime katılımı artarsa Trump’ın kazanma şansı olabilir. Ayrıca normalde belki Trump’a çok sempati duymayan bazı kesimlerin, “bu adam ortalığı karıştırabilecek, olayları alışılmışın dışına çıkarabilecek ve elitleri gerçek anlamda rahatsız edebilecek tek aday” diye düşünerek “burunlarını tuta tuta,” ve “ne olacaksa olsun diye” Trump’a oy vermeleri halinde de Trump’ın şansı artabilir. Clinton’un Dışişleri Bakanlığı sırasında devlet işleri için de kendi özel epostasını kullanmış olması ile ilgili yapılan soruşturmaların ciddiyete binmesi belki Trump’ın başkanlık şansını arttırabilir. Ayrıca ABD ekonominin seçime kadar durgunluğa girmesi, ABD’ye yönelik büyük çaplı bir terör saldırısı, Clinton ailesinin geçmişi veya şu anda faal olan vakıfları ile onları zor durumda bırakacak ifşaatlar da ciddi sonuçlar yaratabilir. Bu yazı yazıldığı sırada bu ihtimal bir parça azalmış gibiydi ama Clinton’un parti içindeki adaylık yarışındaki rakibi Bernie Sanders’ın, hem parti platformunda hem de seçim sonrası için, finans sistemi, çevre, asgari ücret, öğrencilerin üniversite harçlarıyla ilgili borçları gibi konularda yeterince tatmin edici ödünler ve sözler alamayınca Clinton’ı yeterince güçlü desteklememesi de bu adaya oy - ve gönül- vermiş önemli bir kısmı genç seçmenlerin seçim günü “evde oturmalarına” neden olabilir. Hillary Clinton çok çekici bir siyasi aday değil. Oldukça tecrübeli olmasına rağmen aslında rezumesinde Başkan olmasını gerektirecek parlak başarıları yok. Dışişleri Bakanlığındaki karnesine ortalamanın çok üstünde not vermek zorlama olur. Yukarıda bahsettiğimiz eposta skandalı normal şartlarda onun Başkanlık yapmaya müsait olmadığını düşündürtebilirdi. Ama Trump tehlikesi karşısında kısmen bazı neokonları da içerecek şekilde siyasi, ekonomik, kültürel ve entellektüel nizamın önemli ölçüde onun etrafında kenetlendiği söylenebilir.

ABD Başkanları görevde seçilmeden önce söyledikleri, düşündükleri ve istediklerinin çok dışında şeyler yapmak durumunda kalabilirler. Başkan Bush’un göreve gelmeden önce söyledikleriyle yaptıkları ve neden oldukları arasındaki uçurumu hatırlayın. Ama yine de muhtemel başkanların göreve gelirlerse ne yapacaklarını anlamak için geçmişleri, karakterleri, inançları, yönetim ve dünyayı yorumlama tarzları, kadroları, taahhütleri, devralacakları iç, dış, ekonomik portfolyolar ve dünyadaki trendlere bakmak gerekir. Trump içinse karakteri belki normalden de öte bir prediktör olabilir. Karakter hepimiz için bir hapishanedir. Ama galiba Trump için biraz daha doğru. Bir tür komedyen ve şovmen olan Trump için şu tür ifadeler kolaylıkla kullanılıyor/kullanılabilir: “Soytarı”, narsist, popülist, “ergen,” şovmen, “celebrity,” kabadayı, gürültücü, kavgacı, kinci, acımasız, ırkçı, şarlatan. Aklına ve ağzına geleni söyleyen, “3 yaşındaki bir çocuğun duygusal olgunluğuna sahip” bir “Bebek Adam.” Geçmişte birçok kez borçlarının üzerine yatmış ve sahtekarlıkla suçlanmış biri Trump. Hakikatle arasında değişik bir ilişki var. Liderlerin açıklamalarında gerçeği ne kadar yansıttıklarını ölçenler onu Pinokyo şampiyonu ilan ediyorlar. Trump tüm rakiplerini ve bu arada bazı mevcut ya da potansiyel müttefiklerini de aşağılıyor, sürekli –ama sürekli- bir şeyleriyle övünüyor, sürekli ilgi odağı olmak istiyor, birileriyle kavga etmeden, ona buna laf atamadan duramıyor. Trump’ın meselelerin özünü, ayrıntılarını, tarihini, zorluğunu bildiğine dair hemen hiçbir belirti yok. Trump dış politika konusunda oldukça bilgisiz ve dünya siyasetiyle ilgili en temel gerçeklerden ve onlarla ilgili siyasi tartışmalarından bihaber. Her problemin basit, kesin ve genelde “şiddetli” bir çözümü olduğuna inanıyor gibi. Bütün dünyayı neredeyse sadece kendi egosu, imajı, başarısı, tecrübesi üzerinden okuyor. Ona göre her şey pazarlık ve alışveriş. Ya Trump’ın önerdiği fiyatı/teklifi kabul edersin, ya da (reddetme akılsızlığını gösterirsen) bunun “sonuçlarına katılırsın. Aslında göstermek istediği kadar zengin olmadığı, olan servetini tamamen kendi yaratmadığı, ticari geçmişinde iflaslar, mafya ile ilişkiler, borçlarının üzerine yatmalar, verdiği sözleri tutmamalar olduğu iddiaları var. Trump’ın ABD gibi bir ülkenin lideri olamayacak kadar sorunlu bir karakteri olduğu bize çok açık geliyor. Böyle impalsiv, aklına geleni yapan, kavgacı, sürekli ilgi isteyen, kinci, cahil (ve bunun farkında olmayan) birinin ABD’nin dünyayı defalarca yok edebilecek güçteki binlerce nükleer silahının anahtarlarına sahip olması azımsanmayacak bir güvenlik riski olur tüm insanlık için.

Bu yakın geçmişin en garip ve şaşırtıcı seçimlerinden biri ve ABD’de elitler ve temel siyasi kurumlar halk tarafından hiç bu kadar eleştirilmiş ve kızgınlık objesi olmuş değildi. Ama yine de Trump’ın yukarıda kısmen özetlemeye çalıştığımız özellik ve icraatları nedeniyle seçimi kazanması sürpriz olur. Trump’ın seçilmesi halinde askerlerin onun her emrine uyacağının garantisi olmayabilir. İstihbaratçılar en üst düzey bazı kozmik sırları onunla paylaşmanın akıllıca olmayacağı sonucuna varabilirler. Önemli bir kısmının Demokrat eğilimli olduğu sır olmayan federal bürokrasinin Trump’a itaat ve hizmet etmede tereddüt ve direnci olabilir. Trump’ın seçilmesi halinde yabancı devletler dahil herkes bunun kazasız belasız atlatılması gereken ve “en çok” dört yıl sürecek bir ara dönem olduğunu düşüneceklerdir. Ama dört yılda öyle göz kapayıp açıncaya geçecek kadar kısa bir süre değil. Başkan Trump’ın eğer akıllanmazsa görev süresinin sonuna kadar başta kalacağından bile emin olunamaz. Bu nedenle Trump’ın yardımcısı olarak kimi seçeceği normalden çok daha önemli olabilir. Trump’ın yönettiği Amerika’da siyaset her an her şeye açık hale gelebilir. Buna şöyle bir örnek verelim: Trump ABD’nin 15 trilyonu aşkın borcunun tamamını ödemeyebileceğini söyledi. Hakettiği kadar dikkat çekmeyen bu fikir eğer Trump kazanır ve uygulamaya kalkarsa dünya finansal sistemini, doların rezerv para statüsünü, ABD’nin küresel hegemonyası ve ittifaklar zincirini derinden etkileyebilecek bir potansiyele sahiptir. Kongre dahil Amerika’daki kurumların Trump’ın böyle bir şey yapmasına izin vermeyeceğini söyleyebilirsiniz ama bu ihtimalin dillendirilmesi bile güven ve öngörülebilirlik üzerine kurulu sistemde çok ciddi tahribat yaratabilir.  Eğer ABD'de 1) gerçek bir derin devlet varsa ve 2) bunlar Trump'ın başkan olmasından gerçekten çok çekiniyorlarsa bunu engellemenin yolunu bulabilecek durumda olmalılar. Belki de "Ya zaten adam o kadar çok kesimi küstürdü ve ürküttü ki, Clinton'ı yenemez ve biraz sağcı bile olsak Clinton bizi tam bozmaz, onunla bir dönem yaşayabiliriz" diye düşünüyorlardır. Hatta Trump genel seçimde fark yerse epey bir süre benzer bir popülist birinin çıkıp bize meydan okumasının önünü de alabiliriz diye düşünerek mevcut durumun hayırlı olduğu sonucuna varabilirler. Gerçek anlamda derin bir devlet, seçilse Trump'ı bile ehlileştirebilecek araçlara sahip olmalı. Mesela olmadı onu bir “kutuya hapseder”, etrafına kendi adamlarını yerleştirir, onun egosuna oynarlar. Zaten belki Trump'ın da derdi kimsenin ayağına basmak falan değildir. Olmadı üstüne birkaç skandal, kriz, mahkeme falan atılır. 

Bu seçim sonrasında özellikle Cumhuriyetçi Parti’de bölünmeye varabilecek çatırtıların yaşanabilir ve ABD’deki iki partili düzeni değiştirebilir. Şu anda bu partide statükoyu değiştirmek isteyen ya da bunu dillendiren kimse olmasa da, eğer Trump’a oy veren milyonlar parti elitlerinden destek görmedikleri ve hatta kendilerine köstek olunduğu sonucuna varırlarsa yeni arayışlara girebilirler. Trump’ın kendisininse bu arayışların içinde ya da yakınında olmakla beraber onun liderliğini yapmak isteyeceğini sanmıyoruz. Seçimi kaybettikten sonra muhtemelen sıkılıp ve küsüp aktif siyaseti bırakacaktır. Cumhuriyetçi elitlerin bir kısmı Trump’ın uzak ara kaybetmesine çok üzülmeyebilirler, meğer ki bu hezimet Kongre ve valilik seçimlerine de yansımasın. Ama bunun yansımaması, yani seçmenlerin Trump’a oy vermedikleri halde diğer seçimlerde Cumhuriyetçilere desteklerini aynı derecede sürdürmeleri sürpriz olur. Ama belki seçim yaklaştıkça Demokratların yasama, yürütme ve (yüksek) yargının üçünü de kontrol etmesinin riskleri üzerine büyük bir propaganda kampanyasına girişilirse Trump’ın partiye seçimlerde vereceği zarar sınırlanabilir. Cumhuriyetçi elitler önseçimlerde Trump’a oy veren seçmenlere, “işte gördünüz seçtiğiniz adamı, fark yedi, bundan sonra lütfen tekrar böyle bir hata yapmayın ve tercihinizi bizim uygun bulduğumuz isimler arasından seçin, yoksa hep böyle kaybederiz ve hatta fark yeriz” demek isteyebilirler. Bazen -ve bir kısım- parti elitleri için partinin kazanması onun üzerindeki kontrollerini kaybetmekten daha az önemli olabilir.

ABD’deki iki partili sistemin gereği olarak Demokratlar ve Cumhuriyetçilerin farklı ve yer yer çelişkili unsurlardan oluşan “büyük birer çadır” olduğu söylenebilir. Ama galiba Cumhuriyetçi Parti’nin içindeki çelişki ve potansiyel kırılma noktaları Demokratların içinde olanlara göre daha fazladır. Trump Cumhuriyetçi elitleri bu son derece antipatik, demokrasi, Amerikan değerleri ve kurumları açısından tehlikeli olabilecek adayı isteksizce de olsa desteklemek ya da parti bütünlüğünü riske etme ihtimali arasındalar. Bir kısmı bir süre 3. bir aday çıkarma fikriyle flört ettiler ama bunun parti bütünlüğüyle ilgili yaratacağı riskler ve tabanın sonuçta 10 milyonun üzerinde oy alarak seçilmiş bir adayı reddeden parti elitlerine yönelik tepkisinin iyice artabileceğinden endişe ettiler. Trump kaybederse bunun faturasını kesinlikle kendisine yeterince destek vermeyen parti liderlerine çıkaracaktır. Ama Trump’ın bir dava adamı olmadığı da açık. Böyle yazınca Trump’ın seçimi kaybetmesinin ve hatta fark yemesinin kesin ya da ona yakın bir ihtimal olduğu gibi bir görüntü vermiş olmayalım. İki partili bir sistemde adayların hemen her zaman azımsanmayacak şansları vardır. Son 6 başkanlık seçiminin 5’inde Demokratların daha fazla oy aldığı gerçeği ise orada durmaktadır. Statüko, düzen, devamlılık, güçlüler genelde kazanır, alışılmış şeyler genelde bir iki küçük değişiklikle devam ederler. Ama bazen de değil. Bu seçim ve sonrasının önemli ve belki de kalıcı değişim yaratma ihtimali genelde olandan epey yüksektir ama yine de çok fazla da değildir. Jeffrey Sachs 2020’de seçime dört partinin girebileceğini iddia ediyor. Bu tahmin boş çıkabilir, muhtemelen ABD siyasetini profesyonel olarak takip edenlere bilim kurgu gibi geliyordur ama aslında yüksek ihtimal olmamakla beraber tamamen de imkansız değil.  Sanders ve Trump’ın ikisi de sistemi farklı noktalardan, farklı şekilde ve farklı nedenlerle zorluyorlar. Bu ikisinin kişisel anlamda birleşmesi mümkün değil ama belki de bu seçimden sonra bunu yapmayı isteyen, öneren, deneyen lider ve kadrolar ortaya çıkabilir. İşte olur da bu gerçekleşirse o zaman ABD’de gerçekten popülist bir dalga yaşanması mümkün olabilir. Demokratlar seçim sonrasında ama özellikle sonrasında Sanders’ın temsil ettiği fikir, öneri ve yaklaşımlara ne kadar yer verecekler? Çok muhtemelen bu hareketin takipçileri ve Sanders’ın kendinin istediği kadar değil. Peki o durumda Sanders ve takipçileri bayrak açacak ve belki parti dışında arayışlara girecekler mi? Yoksa şimdiki Amerikan siyasetinde “geçici bir an” da, zamanla, belki ekonomide yaşanacak düzelme ile bu hareket yavaş yavaş dağılıp gidecek mi? 

Washington’u sarsabilecek, orada alışılmış düzeni yıkabilecek biri olarak görülen Trump, doğru ya da yanlış bu düzenin en önemli dişlilerinden biri olarak görülen Clinton ailesini yenebilecek mi? Bu noktada şu söylenebilir: Clinton’un yanında Obama, çok muhtemel rakibi Sanders, Başkan Yardımcısı Biden, liberal ağırlıklı medya, Holywood ve Demokrat partinin tüm kurumsal ve mali desteği olacak. Trump’ın yanında ise Cumhuriyetçi liderlerin belki ancak üçte ikisi, ki bunların da önemli bir kısmı da bunu utana sıkıla, gönülsüzce ve ancak sınırlı oranda yapacaklar. Cumhuriyetçi donörlerin Trump’a ne kadar para akıtacağı şu aşamada açık değil. Trump’ın seçilme şansını, seçilse bile parti elitlerinin disiplin, senaryo, roller ve repliklere ne kadar uyacağı belli olmadığı için bu destek sınırlı kalabilir. Trump adaylığı kazandıktan sonra parti elitleri arasında, “bu olmasa daha iyiydi ama sorun değil, biz onu markaj, telkin, eğitimle ‘eğitir’ ve kendimize benzetiriz” havası hakimdi ama şimdiye kadar görülen daha çok Trump’ın partiyi kendisine benzettiği. Partinin hem kendisi hem de imajı üstüne sinecek “Trump kokusu” ileride Cumhuriyetçileri “seçilemez” hale getirebilir mi? Yoksa Trump sayesinde parti popülist kızgınlığın sandıkta meyvesini mi toplar?  Trump’ın ABD siyasi sistemi, siyasi psikolojisi ve partiler arasındaki güç dengesine etkileri ne olacak? Irkçılık, yabancı düşmanlığı normalleşecek ve bir tür “saygınlık” mı kazanacak yoksa yaşanacak muhtemel seçim hezimetiyle gerçekte hayatın içinde değilse bile siyasette ve en azından görünürde tarihin çöp tenekesine mi atılacak? Trump’a oy verenler karanlık ideoloji ve duyguların son çırpınışı mı, yoksa bunların gelecekte tekrar aktif ve etkili hale geleceğinin işaretleri mi? Elbette seçimin sonucu bu sorulara verilecek cevapları etkileyecektir. Trump’ın kaybetmesi, kazanması, büyük fark yemesi değişik senaryoları gündeme getirebilir.  Kaybederse iddiaları, refleksleri, tarzı, ırkçılığı, yabancı ve kadın düşmanlığı gözden mi düşecek yoksa siyasetin “kan sistemine” girerek artık aşinalık, normallik, kabul edilebilirlik ve dolayısıyla bir tür meşruiyet mi kazanacak? Trump’ın değişeceği yok. Çünkü, a) bunun gerektiğine inanmıyor, b) buna karakteri müsait değil, tepki ve eleştiri alınca yaptığında (genelde artan şiddette) ısrar ediyor. Bazı pozisyonlarını görünürde değiştirse bile ırk gibi konularda gerçekte ne düşündüğünü artık çok kişi anlamış durumda. Trump partisinin ön seçimlerinde kendisine başarı getiren formül ve imajı terk etmek istemiyor. Ama tabii genel seçimler partinin en inanmış ve belki “köşeli” unsularının daha yoğun katıldığı önseçimlerden farklı olarak ortadaki kararsız ve/veya bağımsız seçmenleri ikna etmeyi gerektiriyor. Önseçimlerde tabana cazip gelen mesaj ve jestler genel seçimde ters tepebilir. Trump yardımcı olarak kendine kimi seçecek? Kariyerini “lekelemek” istemeyen parlak bazı siyasetçiler teklif alsalar bile kaçınabilirler. Bu arada ABD gibi dünyanın en büyük gücüne başkan olmaya bu kadar yakın olan birinin ekibinin sadece 5-6 kişiden oluştuğu belirtiliyor. Trump özellikle son aylarda gereksiz ve anlamsız hatalar yapmaya başladı. Trump Üniversitesi ile yıllardır süren bir davayla ilgili olarak Meksika kökenli bir ailenin Amerika’da doğmuş çocuğu olan hakimin adil karar veremeyeceğini söyleyince çok büyük tepki gördü ama ciddi olarak geri adım atmadı. 

Trump’ın dış politikası milliyetçilik, müdahalecilik ve izolasyonizmin garip bir karışımı. Trump işkenceyi savunuyor, Meksika sınırına duvar çekmek istiyor, müttefiklerden onları koruma karşılığında para almak gerektiğini söylüyor, Müslümanların ülkeye girişini durdurmaktan bahsediyor, Japonya, G. Kore ve S. Arabistan gibi ülkelerin nükleer silah sahibi olmasının iyi bir şey olabileceğini düşünüyor, Putin’i beğeniyor ve onunla iyi anlaşacağını düşünüyor, İran nükleer anlaşmasını iptal edeceğini söylüyor. Yukarıdaki pozisyonlarla Obamanınkiler arasındaki farklılık açık. Ama Obama ile Trump arasında karakter, geçmiş, eğitim, dünya görüşü olarak çok farklar olsa da benzer oldukları önemli bir nokta var: Trump’ın seçilmesi bazılarınca geçici bir “an” olarak görülen dünyadan çekilme eğilimini güçlendirebilir ve hatta belki de kemikleştirebilir. Trump da Obama gibi dışarıda ulus inşasına mesafeli. Trump güç kullanımı konusunda ise şahinlikle izolasyonist kutuplar arasında gidip geliyor. Dış politika geçmişi ve açıklamalarında önemli çelişkiler, boşluklar, muğlaklıklar ve “kıvırmalar” olsa da Trump liderliğindeki ABD’nin küresel liderliği devam ettirmesi oldukça güç olabilir. Bu gerçekleşirse ABD’nin bıraktığı boşluğu da kısmen kaosun ama belki daha çok Çin, Rusya ve İran gibi aktörlerin doldurma(ya çalışma)sı şaşırtıcı olmaz. Trump’ın yine Obama’da da gördüğümüz “hasımlara el uzatan, müttefiklere haşin” tarzı ABD için somut ve belki de geri çevrilemez stratejik kayıplara neden olabilir. İtilip kakılmaktan memnun olmayan müttefikler ABD garantilerinin eskisi kadar güvenilir, kalıcı ve etkili olmadığını düşünerek “problem aktörleri” yer yer ciddi ödünler vererek “yatıştırmaya” çalışabilirler. Trump Amerikalı kitlelerin parti ve ülke elitine karşı bir başkaldırısı olarak da okunabilir mi? Hatta, Trump yıllık AIPAC toplantısında İsrail’i hararetle destekleyen Yahudilerin “duymak istedikleri her şeyi söylese” de Amerikalı Yahudilerle ilişkilerinde bazı soru işaretleri yok değildir:  Trump 1) daha önceden İsrail-Filistin arasında tarafsız kalacağını söylediği için, 2) partideki neokonlarla frekansı tutmadığından, 3) kızı bir Yahudi ile evli olmasına rağmen onlara karşı bir parça mesafeli duruşu nedeniyle, ve nihayet 4) “Meksikalı hakim” hakkında söyledikleriyle kişilerin etnik/dini kökenini bir mesele haline getirerek Yahudilerde ileride bu söylemin kendilerine karşı da kullanılabileceğinden endişesi yarattığından bu grupla enteresan ilişkiler yaşayabilir. Gerçi Trump muhtemelen önümüzdeki aylarda İsrail’i ziyaret edecek ve Netanyahu ile samimi pozlar verecektir. Netanyahu’nun da büyük destekçisi “kumarhaneler kralı” Sheldon Adelson’un Trump’ın en büyük mali destekçilerinden biri olmasını bekleyebiliriz. Ama yine de bu ilişkide garip bir şeyler var gibidir. Kaldı ki, genelde zaten %75-80 oranında Demokratlara oy veren Amerikalı Yahudilerin Trump’a yönelmeleri beklenmemelidir.     

Trump’ın dış ticarette korumacı, fabrikalarını yurt dışına taşıyan büyük şirketleri cezalandırıcı, göçmenleri engelleyici ve hatta 11 milyon yasadışı göçmeni geri göndereceğini belirten yaklaşımı, dış politikada milliyetçi ama bir yandan da askeri müdahalelere mesafeli ve terör konusundaki sert söylemi, İsrail konusunda üzerinde bir parça eğreti dursa da destekleyici pozisyonu ve geçmişi ve hayat tarzı düşünüldüğünde biraz zorlama da olsa sosyal konularda partinin dindar/muhafazakar tabanını yeterince tatmin eden yaklaşımı aslında (negatif ve zayıf yönlerini bir an için unutursak) güçlü bir kombinasyon oluşturuyor. Ama kendinden uzaklaştırdığı geniş ve genişleyen demografik gruplar elini oldukça zayıflatıyor. Trump bu seçimin favorisi değil ama eğer Clinton tökezlerse şansı olabilir. Negatif yönleri bu kadar çok olmasa bu düzen karşıtı atmosferde düzenin en önemli dişlilerinden olan ve on yıllardır artık yüzü eskiyen Clinton’a karşı Trump’ın şansı çok daha fazla olabilirdi. Sonuçta Trump renkli ve eğlenceli bir tip ve Amerikalılar da eğlenmek istiyorlar. Clinton risksiz ve sıkıcı bir kampanya yürütüp sadece “Trump olmamakla” yetinebilir. Trump’ın başkan olmasının tehlikeleri akıllıca işlenir ve özellikle bunun olumsuz sonuçlarının somut, hızlı, büyük ve geri çevrilemez olduğu becerikli şekilde anlatılırsa sırf yeni farklı olduğu için Trump’ı denemek isteyebilecek insanları ürkütmeye yetebilir. Bu arada belki şu tahmin yapılabilir: Bu seçimi kazanan adayın sadece tek dönemlik bir başkan olması normaldekinden daha yüksek bir ihtimaldir. Bu tahmin, adayların yaşları kadar ülkede yaşanan değişim isteği, ABD’nin (tersini düşünmek için bazı nedenler varsa da) devam etmesi muhtemel nispi gerilemesi, şikayetlerin ve beklentilerin mevcut kutuplaşmış siyasi atmosfer ve denklemde cevap bulmasının zorluğu ve Amerikalıların “eski güzel günlerin” geride kaldığı gerçeğiyle kolay yüzleşemeyecekleri ve durumdan liderleri sorumlu tutmanın kolaycılığına kaçacakları gibi başka tahminler üzerinden yapılmaktadır. Ayrıca bizim daha muhtemel gördüğümüz gibi Clinton kazanırsa bu Demokratların üst üste üçüncü dönemi olacak ve 4 sene sonra seçmen artık değişiklik isteyecektir. Tabii Cumhuriyetçi Parti hala yekpare olarak ayakta kalacak mı, marka değeri ciddi olarak tahrip olmuş olacak mı bunlar da önemli olacaktır. Trump’ın yediği farkın büyüklüğü partide yaşanacak hesaplaşma ve değişimin şiddetini de etkileyebilir. Cumhuriyetçilerin Trump’ın bagajına sahip olmayan bir adayla makul bir popülizmin tek çıkış yolu olduğu sonucuna varmaları beklenebilir. İlginç sorulardan biri de şu olabilir: Trump’ın hem de önemli farkla kaybetmesi halinde ona oy veren bu kesinlikle azımsanamayacak kitle ne yapacak? Umutsuzluğa kapılıp dağılıp gidecekler mi? Bir dahaki sefere bu kadar kamburu olmayan başka bir aday bulmaya mı çalışacaklar? Daha da hırçınlaşacaklar mı? Yenilgiyi kabul edip bir dahaki sefere parti elitlerinin önlerine koyduğu “daha makul” bir adaya razı mı olacaklar? Siyasetten çekilecekler mi? Yoksa demografik olarak yükselen gruplarla yeni siyasi ittifaklara girmeye mi çalışacaklar? Trumpizm onun (muhtemel) yenilgisiyle tarihin sayfalarına mı gidecek yoksa Barry Goldwater’ın 1964’te açtığı ve o seçimde fark yiyen ama 3-4 seçim sonra ABD siyasetine damga vuran bir harekete mi dönüşecek? Ama tabii burada esas mesele Trump'a oy veren/verecek birçok kişi için meselenin Trump'ın çok ötesinde olması, onun kusur ve eksikliklerinin pekala farkında olmalarına rağmen Trump'ı kızgınlık, endişe ve hatta nefretlerini dışa vurmanın bir aracı olarak görmeleri. Eğer bu kesim Trump sayesinde aslında hiç de az sayıda olmadıklarını görürlerse yarı kalıcı bir yapıya da kavuşabilirler.

Trump’ın televizyon geçmişi, emlakçılığı (satışçılığı), direk üslubu, aklından geçeni hiçbir otosansüre tutmadan söylediği algısı yaratması onu diğer adaylardan ayırdı. Cumhuriyetçi parti elitlerinin yıllarca tabanın oyunu alıp sonra onu unutmaları onlara bayrak açan gerçek bir Cumhuriyetçi ve muhafazakar olduğu bile şüpheli Trump’ın 16 rakibini saf dışı bırakmasını sağladı. Washington dışından olması ve politikacı olmaması birçok Amerikalıda siyaseti sarsabileceği algısı ya da umudu yarattı. Çok sayıda adayın katıldığı tartışma programlarında diğerlerinden oldukça farklı bir tarzı olduğunu görmek çok kolaydı. Gerçeği eğip bükmeye meraklı olduğu doğruysa da sahnede ve kameraların önünde “oynadığı” ise söylenemez. Gerçek duygu ve düşüncelerini istese de gizlemeyi başaramayacak “otantik” tiplerden olan Trump’ın bu özelliği onu birçok seçmenin gözünde çekici hale getirdi. İncil’den 2 cümle söyleyemeyen, 3 evlilik yapan, oldukça, nasıl denir, renkli bir hayatı olan Donald Trump aralarında eski vaizlerin ve her 3-5 cümlede bir İncil’e atıf yapanların olduğu 16 rakibini geride bırakarak Evanjelistlerin önemli bir kısmının desteğini alabildi. Trump partisinin adayının belirlendiği uzun ve zorlu önseçim döneminde zenginlerden pek bir bağış almadı. Ama sanılanın aksine kendi cebinden de pek para harcamadı. Trump’ın bu dönemde medyada parayla reklam yapmasına gerek kalmadı çünkü renkli kişiliği nedeniyle medya ona kapılarını sonuna kadar açtı. Ama genel seçimde –normalde- işler biraz daha farklı işliyor. Trump’ın Clinton’u yenmesi için, birçok başka şeyin yanında, ülke genelinde büyük bir seçim organizasyonu kurması gerekiyor. Bu da para, ekip, organizasyon, gönüllüler demek. Trump şimdiye kadar tamamen kendi içgüdülerine güvendi ve başarılı oldu. Çok küçük bir ekiple çalıştı. Genel seçimlerde de büyük ölçüde aynı yolu denemek istemesi ciddi bir ihtimal. Birçok siyasi analist bunun yetmeyeceğini düşünüyor. Ama daha önce de dediğimiz gibi bu farklı bir seçim ve Trump da farklı bir aday. Trump bir süredir ifade edilmesi kibar olarak görülmeyen birçok yaygın düşünce ve duyguyu ifade ettiği için ABD’nin – ya da onun önemli bir kısmının- bilinçaltını yansıtıyor denebilir. Son günlerde dünyada “faşist” ifadesi çok kullanılır oldu ama Trump tam bir faşist değilse de ona çok uzak olmadığı, kazanırsa ABD’nin faşizme giden yolda –az ya da çok- ilerleyeceği söylenebilir. Otoriterliği, şiddetle ilişkisi, ırk konusundaki gizli ve açık eğilimleri onu en azından faşistimsi olarak tanımlamaya imkân tanıyor. Ama tabii Trump formel ve hiyerarşik bir hareketin başında da değil. Siyaset onun için bir tutku değil daha çok şu sıralar zevk aldığı bir hobi gibi. Seneye bu zamanlarda şimdi savunduğu şeyleri aynı heyecanla kovalayacağının ve hatta aktif siyasetin içinde olacağının garantisi yok. Siyaseti sadece inançları ya da prensiplerinden çok rekabeti, heyecanı ve ilgiyi seviyor olduğu için yapıyor olma ihtimali oldukça yüksek. Ve tabii kazanmayı. Kaybederse küsüp kenara çekilmesi yüksek bir ihtimal.  

Trump’a oy verenler/verecekler bunu ne kadar ülkeyi o yönetsin diye yapıyorlar, ne kadarı ise mevcut sosyo-ekonomik durum ve trendlere karşı tepkilerini kayda geçirmek için tam bilmiyoruz. Globalleşme her kesimin işine yaramadı. Batı’daki vasıfsız işçiler gelir, iş güvencesi, toplumdaki yerleri, kendilerine güvenleri anlamında ciddi kayıplar yaşadılar. Göçmenler, çok-kültürlülük, finansal kapitalizm bu kesimleri “yolun kenarına itildikleri” duygusu yarattı. Belli bir süredir sosyal ve kültürel değil ekonomik nedenlerle Demokratlara oy veren çalışan kesimlerden Trump’a ne kadar kayma olacak? Trump’ın antipatik yönleri bu kaymayı ne ölçüde sınırlayacak? Eğitimsiz beyaz Amerikalıların nüfus içindeki oranları azalıyor. Trump’ı seçmeye yetecek kadar oldukları oldukça şüpheli. Trump ayrıca kadınlara yönelik itici ve hatta yer yer aşağılayıcı tarzıyla bu kesimden de büyük destek bulamayabilir. Trump popülist söylemi ve bazı kesimlere çekici gelen/gelebilecek mevcut siyasi kural ve alışkanlıkların dışındaki tarzı, kendini tanıtmak için çaba harcamak zorunda olmayışı, öngörülmesi zor oluşu, kendi partisi de dahil mevcut düzene karşı olduğu görüntüsüyle –tüm kusur ve eksikliklerine rağmen- Demokratlar ve Clinton için problemli bir rakip olabilir.  Trump kendi ne olduğu kadar ne olmadığı, kime karşı olduğu/görüldüğü üzerinden de destek bulabilir. Trump’ın önseçimlerde kendi partisinden adaylara karşı uyguladığı ve ona sonuçta başarı getiren taktikler genel seçimde Clinton’a karşı da uygulanırsa sonuç alabilir mi? Aşağılama, alay, abartı, kişisel saldırılar ekonomik nedenlerle Trump’ı çekici bulabilecek bazı bağımsız seçmenlerde ters etki yaratabilir. Cumhuriyetçi partinin liderleri, mali destekçileri, ırkçı, kadın- düşmanı, Müslüman, Hispanik (ve daha az direk olsa da Siyah) karşıtı bir adayın peşine takılmanın partilerinin “marka değerine” uzun dönemli menfi etki yapması riskiyle karşı karşıyalar. Başta Paul Ryan olmak üzere birçok Cumhuriyetçi bir yandan Trump’ın sözlerinin “ırkçı” olduğunu söylerken öbür yandan da seçimde onu desteklemeye devam edebilecekler mi? Ne kadar süreyle, ne kadar güçlü şekilde, hangi başarıyla ve ne maliyetle? Demokratlara karşı seçim bölgelerinde ancak ucu ucuna kazanmış politikacılar Trump ile aynı kareye girmenin seçilme şanslarını azaltabileceğinden endişe edeceklerdir. Bunların bazıları şimdiden partilerinin başkan adayını destekleyemeyeceklerini açıkladılar bile. Yüksek mahkemede yaşı ilerleyen hakimlerin sayısı nedeniyle yeni başkan çok sayıda Yüksek Mahkeme yargıcını seçebilir. Ve Trump’a oy vermeye eli gitmeyen bazı Cumhuriyetçilerin “evde oturması” sonucu Cumhuriyetçilerin Senato ve hatta daha az ihtimal olmakla beraber Temsilciler Meclisi’ndeki çoğunluğunu kaybetmesi mümkün olabilir. İşte tam da bu hesaplar ve korkular nedeniyle Cumhuriyetçiler istemeye istemeye ve kalpleri kan ağlayarak da olsa çok büyük oranda Trump’a oy verebilirler.

Yorumlar