Sabahattin İsmail Sabahattin İsmail

Akıncı’nın Sibel Siber’e gönderdiği mektubun değerlendirmesi

22 Şubat 2017
“ KKTC CUmhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın Meclis Başkanı Sibel Siber’e gönderdiği mektubun değerlendirmesi... „
 Akıncının Sibel Sibere gönderdiği mektubun değerlendirmesi

Cumhurbaşkanı Akıncı, Cenevre öncesinde Meclis Başkanı Sibel Siber’in, Meclis adına kendisine gönderdiği ve çok önemli sorular sorduğu mektubu 1 ay sonra yanıtladı..Mektupta Akıncı’nın bugüne dek masada verdiği tavizlere, varılan mutabakatlara ve önerdiği, ancak Rum tarafınca henüz kabul edilmeyen tavizlere ilişkin çok önemli bilgiler vardır..
Mektubun bütününden anlaşılan bir başka önemli husus ise, Akıncı tarafından ülkemizin beşte birinin Rumlara taviz olarak verilmesini öngören ( topraklarımızın %7’si) %29.2 toprak oranına inilmesine ve buna ilişkin harita verilmesine karşın, çok önemli birçok konuda henüz anlaşmaya varılmamış olmasıdır…
Nitekim, aşağıda da görüleceği gibi, Akıncı’nın birçok cümlesi “önerilmektedir, planlanmaktadır, talep edilmektedir, talep edilmektedir, mutabakat yoktur vb.” ifadelerle bitmektedir…
O zaman akla şu gelmektedir: Daha birçok önemli konuda mutabakat olmamasına karşın harita niye verilmiştir? %7’lik toprak tavizi niye kabul edilmiştir..? En önemli kozlarımız elde çıkarıldığına göre söz konusu anlaşmazlık konularında talep edilenler nasıl alınacaktır? 
Akıncı’nın mektubunun paragraf paragraf eleştirisi söyle
************** 
Akıncı diyor ki: “Çözüm anlaşması ile oluşturulacak yeni düzenin iki toplumlu ve iki bölgeli bir federasyon olacağı, iki toplumun siyasi eşitliğine saygı duyulacağı gibi temel prensiplerin Federal Anayasa’nın temel maddeleri arasında yer alması konusunda mutabakat bulunmaktadır. Temel maddeler değiştirilemeyecektir.
Sabahattin İsmail: 
Bu cümlede kullanılan “MUTABAKAT BULUNMAKTADIR” ifadesinden, bu konuda uzlaşmaya varıldığı anlaşılmaktadır. Bu olumludur
*********
Akıncı diyor ki : “Yeni düzenin korunmasıyla ilgili olarak, Garanti Antlaşması’nın yeni düzene uyarlanması tarafımızca önerilmektedir.”
Sabahattin İsmail: 
“ÖNERİLMEKTEDİR” ifadeden anlaşılan bu konuda herhangi bir mutabakat olmadığı ve konunun askıda olduğudur. Bu konuda belirsizlik vardır..Sn. Akıncı, garantörlük konusunda geçmişte yaptığı açıklamalarda “garanti anlaşmasının yeni düzene uydurulmasından” ne anladığını ortaya koymuştur..Buna göre şu hususları önermiştir:
- Garanti anlaşmasının sadece Kuzeyi kapsaması
- Adada kalacak Türk askeri sayısının 650’ye düşürülmesi
- Garantör Türkiye’nin tek yanlı müdahale hakkının olmaması ve ancak Kuzeydeki eyaletin alacağı bir davet çağrısı ile müdahale hakkını kullanması
- Garantörlüğün devam edip etmeyeceğinin 15 yıl sonra yeniden tezekkür edilmesi
Sn. Akıncı’nın önerdiği bu yeni garanti sistemi, Türk Halkının güvenlik ihtiyacını karşılamamaktadır ve asla kabul edilemez..Garantörlük konusunda doğru olan şudur
- Türkiye’nin etkin ve fiili Garantörlüğü, 1960’da olduğu gibi tüm adayı, kurulacak yeni düzenin temel yapısını ve yeni Anayasanın korunmasını kapsamaya devam etmelidir
- Adada kalacak asker sayısı en az 5000 olmalıdır ve askerler doğuda, merkezde ve batıda belirlenecek 3 bölgede konuşlanmalıdır
- Türkiye’nin tek yanlı müdahale hakkı sınırlanmamalı ve Türk halkına bir saldırı halinde davete veya BM-AB onayına gerek duymamalıdır
- Garantörlük süreli değil, süresiz olmalıdır, 15 yıl veya daha başka bir süre sonra gözden geçirilmesi söz konusu olmamalıdır
*********
Akıncı diyor ki : “ temel hükümlerin ( iki bölgeli, iki toplumlu siyasi eşitliğe dayalı federal yapı) BM Güvenlik Konseyi tarafından not edilmesi önerilmekte, ve Güvenlik Konseyi’nin yeni düzenin tek taraflı değiştirilmesinin yasaklandığı, Kıbrıslı Türklerin siyasi eşitlik ve ayırt edici kimliği olduğu ve iki kurucu devletin eşit statüde olduğunu kabul eden bir karar alması talep edilmektedir.”
AB’nin de yeni düzene ilişkin bu özellikleri kayda geçirmesini teminen 10. Protokolün 4. maddesi altında kabul edilecek Uyum Senedi’nin (Act of Adaptation) yanı sıra, aynı anda onaylama süreci başlatılacak ve birincil hukuk olacak yeni Ek Protokolde de bu özelliklerin yer alması planlanmaktadır.
Sabahattin İsmail: 
Yine bu cümlede kullanılan “ÖNERİLMEKTEDİR, TALEP EDİLMEKTEDİR, PLANLANMAKTADIR” ifadelerinden bu konularda bir mutabakat olmadığı ve belirsizlik olduğu anlaşılmaktadır..Bu konulardaki ısrarın sürmesi ve asla taviz verilmemesi gerekmektedir..
Devamla, olası bir anlaşma halinde, KURULUŞ ANLAŞMASININ 2 kurucu devlet tarafından imzalanması ve bu anlaşmanın BM tarafından tescil edilmesi talep edilmelidir..Devamla olası bir anlaşmadan sonra 1963’de olduğu gibi, yeni düzenin temel yapısına, anayasasına ve Türk halkına yönelik olarak Rum tarafından kaynaklanacak yeni bir saldırı halinde, Türk halkının federal devletten meşru AYRILMA ve EGEMEN bir devlet olarak TANINMA hakkı, BM Güvenlik Konseyi tarafından alınacak kararda ifade edilmelidir…Bu olmazsa, 1963’dekine benzer yeni bir saldırı olması halinde yine devletsiz veya tanınmamış bir devlet olarak ortada kalmamız söz konusu olacaktır..Ne yazık ki Sn. Akıncı’nın bu yönde bir talebi olmadığı ve Kıbrıs Türk Halkını, yeniden bir saldırıya uğraması halinde ayrılamayacak şekilde bir KATOLİK EVLİLİĞİ ile Rum tarafına bağlamaya çalıştığı gözlenmektedir.. 
**********
Akıncı diyor ki: “AB’nin de yeni düzene ilişkin bu özellikleri kayda geçirmesini teminen 10. Protokolün 4. maddesin altında kabul edilecek Uyum Senedi’nin (Act of Adaptation) yanı sıra, aynı anda onaylama süreci başlatılacak ve birincil hukuk olacak yeni Ek Protokolde de bu özelliklerin yer alması planlanmaktadır.”
Sabahattin İsmail: 
Bu cümlenin sonunda kullanılan “PLANLANMAKTADIR” ifadesinden, anlaşmanın Birinci Hukuk olması konusunda da kesin mutabakat olmadığı anlaşılmaktadır. Bu konuda da belirsizlik devam etmektedir
*********
Akıncı diyor ki: “Kıbrıs Türk tarafı Kuzey’deki mülkiyet çoğunluğunu elinde tutmak amacıyla, etkilenmiş mülkiyet rejiminde iade edilebilecek taşınmaz mallara bir tavan getirme talebini sürdürmekte…. (hem belediye/köy hem de global bazda iadeye haiz mülklerin ⅓ tavanla sınırlı kalması), 
Sabahattin İsmail: 
Bu cümlede kullanılan “TALEBİNİ SÜRDÜRMEKTEDİR” ifadesinden, Kuzeydeki mülkiyet çoğunluğuna sahip olmamız konusunda da mutabakat olmadığı ve belirsizliğin devam ettiği anlaşılmaktadır..Buna karşın Akıncı tarafından Rumlara verilmesi planlanan topraklarla ilgili olarak önerilen 1/3 toprak oranına şiddetli itirazımız vardır 
Bilindiği gibi “Kuzeyde mülkiyet ve nüfusta sarih bir çoğunluğa sahip olmamız” 750 sayılı BM kararında da kabul edilen temel bir çözüm parametresidir . Bu, İKİ KESİMLİLİK – İKİ TOPLUMLULUK ilkesinin korunması için olmazsa olmaz bir ilkedir…
Ne ki, bu cümlede Sn. Akıncı’nın talebi olarak ifade edilen (hem belediye/köy hem de global bazda iadeye haiz mülklerin ⅓ tavanla sınırlı kalması), mülkiyette SARİH ÇOĞUNLUK ilkesini sağlayan ve koruyan bir talep olamaz…
Bunun anlamı, 29.2 olarak önerilen Türk bölgesinde toprağın %33.3’üne Rumların sahip olacağıdır..Bu ise % 9.7’lik bir toprak demektir..
Bu durumda bize kalacak olan toprak oranı % 19.5’a düşmektedir…
Bu oranın içinde en az yüzde 10’luk bir oranın dağ, tepe, dere, baraj, orman, doğal koruma alanı, SİT alanı, eski eser, sahil, kayalık, yol, spor tesisi, yeşil alan, sanayi bölgesi, liman, hava alanı, kent-köy merkezleri vb olduğu göz önünde bulundurulursa, yerleşilecek ve üretim yapılacak alanın yüzde 9.5’a indiği ortaya çıkmaktadır…
Kaldı ki bu %9.5’luk alana da, harita ile Rumlara verilecek %7 oranındaki toprak oranı içinde yer alan ve 4. Kez göçmen olacak olan 25-30 bin Kıbrıslı Türk için yeni yerleşim yerleri yapılacaktır…
İlaveten, mektubun daha sonraki bölümünde de görülebileceği gibi, “Kuzeydeki 500 kilise ve şapel ve çevre arazilerinin, şu anda askeri bölge olan köy ve alanların, yeni orman alanlarının ve tahsis edilmemiş toprakların da ilk anda Rum tarafına verileceği” belirtilmektedir…Bunların toplamının ise yaklaşık 400 bin dönüm civarında olduğu belirtilmektedir…
Bunun da en az %3-4 civarında bir orana tekabül ettiği göz önünde bulundurulursa, üretim yapmak, genç kuşaklara konut inşa etmek ve yatırımcılara yatırım için vermek amacıyla bize kalacak olan toprağın %3-4 civarına indiği ortaya çıkmaktadır..
Kiliseye verilecek olan 500 Kilise ve şapel’in ise EOKA ve ELAM destekçisi-hamisi kilise yönetiminde büyük bir güvenlik riski yaratacağı ve bu kiliselerin 1974 öncesinde olduğu gibi, Türk düşmanı faşist örgüt üyelerinin gizlendiği-barındığı birer terör merkezi haline geleceği açıktır…
Dolayısıyla %7 toprağı vererek % 29.2’ye indikten sonra üstüne 1/3 oranındaki toprağa da Rumların dönmesi, askeri bölgelerin, askeri köylerin, yeni orman alanlarının ve tahsis edilmemiş alanların Rum tarafına bırakılması akıl ve mantık işi değildir…Bu hem MÜLKİYETTE SARİH ÇOĞUNLUK ilkesine, hem İKİ KESİMLİLİK ilkesine, hem ekonomik YETERLİLİK ilkesine ve hem de GÜVENLİK ilkesine yüzde yüz terstir…
İlle de bırakılacaksa MÜLKİYETTE SARİH ÇOĞUNLUK ilkesine uygun olarak, Kuzeydeki toprakların %90’ının üzerindeki bir oranın Türk mülkiyetinde kalması ve bunun KALICI DEROGASYONLA korunması gerektiği açıktır…Bunun için de içimize Rum gelmemesi veya ille de geleceklerse bunun şimdi kabul edildiği gibi 45-50 bin değil, 5-10 bini aşmaması, askeri bölgelerin, tahsis edilmemiş boş arazilerin ve orman arazilerinin iade kapsamından çıkarılması gerekmektedir.
Ne yazık ki, Sn. Akıncı’nın, Sn. Siber’e gönderdiği mektupta MÜLKİYETTE SARİH ÇOĞUNLUK ilkesinin korunması için KALICI DEROGASYON talep edildiğine ve bunun AB BİRİNCİ HUKUKU olmasında ısrar edildiğine ilişkin de bir ifade bulunmamaktadır…

Akıncı devamla diyor ki : “Avrupa Birliği hukukunda sermayenin serbest dolaşımı özgürlüğü kapsamında serbest olan mülk satın alımlarının Kıbrıs Türk Kurucu Devleti’nce düzenlenebilmesi için Kıbrıs Türk Kurucu Devleti’nin yetkilendirilmesinin bir derogasyon olarak yer alması tarafımızca talep edilmektedir. Böylece, Kıbrıs Türk Kurucu Devleti’nin yapacağı düzenleme Avrupa Adalet Divanı tarafından iptal edilemeyecek bir yasal güvenceye sahip olacaktır. Rum tarafı ise bu hakkın bir derogasyonla değil, bir koruyucu ilke (safeguardclause) ile de elde edilebileceğini, bu düzenlemede belli bir büyüklüğe kadar olan bir mülk satışının izne tabi olmaması gerektiğini, daha büyük mülklerle ilgili olarak ise kurucu devletlerin kendi iç vatandaşlığına sahip olmayan kişilere mülk satışını izne tabi olmasına karşı olmadıklarını, AAD’nın bu önlemi gözden geçirebileceğini, ancak iptal etmeyeceğini değerlendirdiklerini söylemektedir. Bu konudaki müzakereler devam etmektedir.
Sabahattin İsmail:
Sn. Akıncı’nın bu ifadesinden de anlaşılan, 1/3 oranındaki toprağın ( 29.2’nin 1/3’ü) içimize gelecek olan Rumlara iade edilmesinden ayrı olarak “AB üyesi 27 ülkenin sermayesinin de ( Rum-Yunan sermayesi dahil ) Kuzey’de mülk alabilmesi konusunda bir mutabakat olduğu anlaşılmaktadır..
Buradaki anlaşmazlık konusu ise şudur: Türk tarafı 27 AB üye ülkesi ( Rum-Yunan dahil) sermayesinin ne kadar mülk alabileceğini Türk eyaletinin belirlemesini ve bunun bir derogasyonla sınırlanmasını talep etmektedir..Rum tarafı ise az miktardaki mülk alımlarının serbest olmasını, belli bir miktarın üzerindeki mülklerin de bazı koruyucu ilkelerle sınırlanmasını talep etmekte ve derogasyona karşı çıkmaktadır..
Bu konuda ise henüz bir mutabakat olmadığı anlaşılmaktadır. 
Ne ki, Akıncı’nın 1/3 toprağın Rumlara verilmesinden ayrı olarak 27 AB üyesi ülkenin (Yunan ve Rum sermayesi dahil) Kuzeyde mülk almasını prensip olarak kabul ettiği ancak Kuzeydeki eyaletin buna bir sınır koyması için yetkili olmasını talep ettiği anlaşılmaktadır..( Rum tarafı buna karşı çıkıyor) 
Hiç şüphesiz bu mülkler Türk mal sahiplerinden alınacaktır..Böylece, Rumlara verilecek 1/3 oranındaki mülklere ilaveten birçok mülkün de yüksek bedeller ödenerek Türk mal sahiplerinden alınması mümkün olacaktır..Böylece Türk Halkının toprak egemenliğini ve Kuzeydeki mülk sahipliğini kısa sürede yitirerek topraksız bir Halk haline geleceği açıktır…
Bunu önlemenin yolu, AB üyesi 27 ülke sermayesinin ( Yunan ve Rum sermayesi dahil) Kuzeyde mülk satın almasını Malta örneğinde olduğu gibi, kalıcı derogasyonla yüzde 1-2 oranında kısıtlamaktır…
Bu bağlamda, Türkiye AB üyesi olmadığı için, aynı hakkın Türk sermayesine tanınmayacağını ifade etmek gerekmektedir..O nedenle Türkiye AB’a tam üye olana kadar Türk sermayesine da aynı hakların tanınmasında ısrar etmek gerekmektedir
Yine bu konuyla bağlantılı olarak ifade etmek gerekirse, Sn. Akıncı sadece AB sermayesinin Kuzeydeki mülk alımları konusunda derogasyon talep ederken, AB vatandaşlarının ( Rum-Yunan vatandaşları dahil) Kuzeyde yerleşmeleri ve çalışmaları konusunda kalıcı bir derogasyon öngörmemektedir..( Malta AB’a girerken bu derogasyonları koydurmuş ve AB vatandaşlarının adayı istila etmelerini önlemiştir.) 
Oysa bunun olmaması demek, 5-10 yıl içinde Kuzey’in, Rum-Yunan vatandaşları başta olmak üzere AB vatandaşları tarafından istila edilmesi ve azınlığa düşmemiz anlamına gelmektedir…
Özellikle kısıtlamasız serbest yerleşme, mülk alma, iş kurma ve çalışma imkanından yararlanacak olan Rum ve Yunanlılar kısa sürede Kuzey’de çoğunluğa geçecektir…Bu olduktan sonra ise, kendilerine siyasi hakların verilmediğinden şikayet edecekler, Avrupa mahkemelerine gidecekler, protestolarda bulunacaklar ve hem iç güvenliğimiz açısından, hem de yeni düzenin temel yapısının korunması açısından büyük bir krize, büyük bir çatışmaya neden olacaklardır…
*********
Akıncı diyor ki: “Kıbrıs Rum Kurucu Devleti’nden Kıbrıs Türk Kurucu Devleti’ne gelecek olan nüfusla ilgili düzenlemelerde, yasal ikametgahını daimi olarak Güney’den Kuzey’e taşımayı kabul edip Güney’deki ilgili tüm haklarından vazgeçecek kişilere her şehir, kasaba veya köyde %20’den fazla kişi olmaması kaydıyla yasal ikamet verilmesi sağlanarak; ayrıca, iç vatandaşlığına kabul kriterlerle düzenlenerek sarih nüfus çoğunluğunun Kıbrıslı Türklerde kalması planlanmaktadır. Bu gibi düzenlemelerin AB hukuku ile düzenlenmediği değerlendirilmektedir.
Sabahattin İsmail
Akıncı’nın bu açıklamasından anlaşılan nüfusumuzun beşte biri oranındaki ( %20) Rum nüfusa Kuzey’de daimi ikamet izni ve yerel idarelerde seçme seçilme hakkı verileceği ve belirlenecek iç vatandaşlık kriterlerine uyan kişilere de iç vatandaşlık verileceği anlaşılmaktadır..Bu durumda 220 bin olarak verilen nüfusumuzun beşte birine denk gelen 44 bin Rum Kuzeyde eski mülklerinde, satın alacakları veya kiralayacakları mülklerde yaşayacaktır..Bunların köy ve kentlerdeki oranı da beşte bir oranında olacaktır..Bunun anlamı, Güneydeki devlet, Rumlardan oluşan homojen bir Rum devleti olurken, Kuzeydeki Türk eyaletinin ise 1974 öncesinde olduğu gibi Rum ve Türklerden oluşan karma nüfuslu bir eyalet olacağıdır..
Yine Akıncı’nın açıklamasından anlaşılan bu konuda kalıcı bir derogasyon talep edilmediğidir…
Yine Akıncı’nın ifadesinden anlaşılan içimizde 1/5 oranında Rum yaşamasının NÜFUSTA SARİH ÇOĞUNLUK ilkesini korumak için yeterli olduğudur…Oysa 1/5 oranı SARİH TÜRK NÜFUS ÇOĞUNLUĞU’nu sağlamaktan çok uzaktır…Kuzey’de SARİH bir nüfus çoğunluğuna sahip olmamız için bu oranın 1/15 i aşmaması ve bunun kalıcı bir derogasyonla korunması gerekmektedir. ( 220 bin nüfusta 14.600, 320 bin nüfusta 21.330 )..Bu konuda kalıcı bir derogasyon ve bunun AB 1. Hukuku olması talep edilmezse ileride Rumların AİHM’e yapacakları başvuru ile getirilecek 1/5 oranını bile iptal edecekleri kesindir…Bu nedenle Kuzeyde bir güvenlik sorunu, bir iç çatışma yaşanmaması için ya hiçbir Rumun Kuzeyde yerleşmesi kabul edilmemeli veya bu miktar 1/5’le değil, 1/15’le sınırlanmalıdır..Bu sınırlama da kalıcı derogasyonla güvenceye alınmalıdır…
**********
Akıncı diyor ki : 1960 Anayasası’nda, Başkan ve Başkan Yardımcısı’nın sadece dışişleri, savunma ve güvenlik alanlarındaki Bakanlar Kurulu kararlarını veto etme hakkı bulunmaktaydı. Yeni federal yapıda, bu üç alanda karar alınabilmesi için Başkan ve Başkan Yardımcısı’nın birlikte onayının olması gerekecektir. Ayrıca ortak karar aranan bu konular dışındaki diğer Bakanlar Kurulu kararlarının Başkan ve Başkan Yardımcısı tarafından gerekli bulunması halinde iptal edilerek yerine başka karar alma yetkileri olması öngörülmektedir. Kıbrıs Türk tarafı ayrıca, 1960 Anayasası’nda olduğu gibi, Başkan ve Başkan Yardımcısı’nın Bakanlar Kurulu’nun herhangi bir konudaki kararını ayrı ayrı geri gönderme hakkına sahip olmaları ve tüm kararları birlikte imzalayarak yürürlüğe koymaları gerektiğini ortaya koymaktadır.
Sabahattin İsmail
Akıncı’nın bu açıklamasından anlaşılan siyasi eşitliğin önemli bir göstergesi olan DÖNÜŞÜMLÜ BAŞKANLIK ve eş başkanların yetkileri konusunda henüz bir uzlaşma olmadığı anlaşılmaktadır..Akıncı 1960 Anlaşmasındaki VETO hakkımız yerine konsensüsle karar alınmasını savunduğunu ifade etmektedir..Ancak konsensüs olmaması halinde nasıl bir mekanizmanın devreye gireceğini ve kararın durumunun ne olacağını belirtmemektedir..
Doğru olan, 1960’da olduğu gibi kesin ve net VETO hakkımızın olmasıdır…Üstelik, rejim Başkanlık rejimi olacağı için, bunun sadece 3 konuda değil, Bakanlar Kurulu’nun alacağı bütün kararlar ve Senato’dan geçecek tüm yasalar için geçerli olmasıdır..
********
Akıncı diyor ki: Kuvvetler ayrılığı olan bir Başkanlık sisteminde, yürütme erkinin yasama erkinin üst organının bir kararını veto etme yetkisi bulunması öngörülemez. Bununla birlikte, kuvvetler ayrılığının bir başka gereksinimi, yönetim erkleri üzerinde ‘denetim ve denge’ mekanizmalarının kurulmasıdır. Buradan hareketle, Başkan ve Başkan Yardımcısı’nın federal Parlamento’nun alacağı bir kararı tekrardan değerlendirilmek üzere geri gönderme veya Yüksek Mahkeme’ye gönderme yetkisi bulunacaktır.
Sabahattin İsmail
Akıncı Başkanlık sistemindeki kuvvetler ayrılığı ilkesini anımsatarak, Başkanın Meclis kararlarını VETO yetkisi olamayacağını ileri sürmektedir..Tek Halka dayalı ÜNİTER devletler veya farklı etnik yapılara dayanmayan, tek Halka dayalı, merkezi yanı güçlü idari federasyonlar için bu doğru bir argümandır..Ne ki, Kıbrıs’ta yeni yapı ne ÜNİTER devlet olacaktır, ne de tek halka dayanan, merkezi yanı güçlü idari bir federasyon olacaktır…Kıbrıs’ta kurulması öngörülen yeni yapı iki eşit-kurucu Halkın-Devletin egemenliği eşit şekilde paylaşma ilkesi ve siyasal eşitlik temelinde merkezi yani zayıf bir federasyondur..Dolayısı ile burada önemli olan iki halk-iki devlet arasında siyasi eşitliği korumaktır..Nüfus çoğunluğu bulunan Halkın yasama organında salt çoğunluğuna dayanarak ve birkaç ideolojik işbirlikçinin katkısıyla ülkeyi ÜNİTER devlet olarak yönetmesini önlemek esastır…Bunun da yolu, 1960’da olduğu ve Cuellar Planında da öngörüldüğü gibi, Başkanlıkta VETO hakkımızın, yasama organlarında ise AYRI OY ÇOĞUNLUĞU hakkımızın korunmasıdır…

Akıncı diyor ki: Mont Pelerin’de gerçekleştirilen ilk tur görüşmelerde, Rum tarafının Bakanlar Kurulu’nun oluşumunda 7:4 oranını kabul etmesiyle, Federal Yürütme’nin oluşumunda ve her toplumdan gelen en az 1 üyenin olumlu oyunu içerecek şekilde karar alınmasında uzlaşıya varılabilmiştir. Varılan bu mutabakat, 1960 (7:3) ve Annan Planı (4:2) düzenlemelerinden daha ileridedir. Bakanlar Kurulu’nun Kıbrıslı Türk üyeleri, Kıbrıslı Türk Başkanlık makamı üyesi tarafından atanıp görevden alınabileceği için bu üyelerin Kıbrıslı Türk Başkan veya Başkan Yardımcısı’nın denetiminde karar alması gerekecektir. Kıbrıs Türk tarafı ayrıca, tüm Bakanlar Kurulu kararlarının Başkan ve Başkan Yardımcısı’nın birlikte imzalanarak yürürlüğe girmesini savunduğundan, kararlarda mutlaka Kıbrıslı Türk Başkan veya Başkan Yardımcısı’nın olumlu görüşü alınmış olacaktır. Kısacası, pratikte aynı sonucu doğuracak bir şekilde ‘veto’ yerine ‘onay’ mekanizması öngörülmüştür.
Sabahattin İsmail
Sn. Akıncı’nın bu açıklamasından anlaşılan 7 Rum 4 Türk Bakandan oluşacak olan Bakanlar Kurulunda Türk üyelerin 1960’da olduğu gibi ayrı oy çoğunluğu hakkının olmayacağıdır…Bu, Sn. Akıncı’nın iddia ettiği gibi, 1960’dan daha iyi bir düzenleme değildir, tam aksi 1960’da varolan ve siyasi eşitliğimiz açısından vazgeçilmez bir şart olan AYRI OY ÇOĞUNLUĞU hakkımızdan vazgeçildiği anlamına gelmektedir. Bu, Yasama organında da tekrarlanmıştır..Nitekim, 7 Rum 4 Türk’ten oluşacak Bakanlar Kurulunda 1 Türkün oyu ile salt çoğunlukla kararlar geçecektir…Oysa ayrı oy çoğunluğu hakkımız korunsaydı 3 Türkün oyu gerekecekti..36 Rum 12 Türkten oluşacak alt mecliste 3 Türkün oyu ile yasalar salt çoğunlukla geçecektir…Oysa ayrı oy çoğunluğu hakkımız korunsaydı 7 Türkün oyu gerekecekti…20-20 şeklinde olacak olan üst Meclis (Senato) te ise 5 Türkün oyuyla salt çoğunlukla yasalar geçecektir…Oysa ayrı oy çoğunluğu hakkımız korunsaydı 11 Türkün oy vermesi gerekecekti..Sn. Akıncı’nın iddiasının aksine, onay mekanizması, karar ve yasaları geri gönderme veya Anayasa Mahkemesine havale etme mekanizmaları, VETO ve AYRI OY ÇOĞUNLUĞU hakkımızın yerini tutacak derecede, siyasi eşitliğimizi güvenceye alan bir mekanizma değildir…1960’da da varolan VETO hakkımızın ve ayrı oy çoğunluğu hakkımızın olmayacağı siyasi eşitlik, siyasi eşitlik değildir, etkin katılım da değildir…
*********
Akıncı diyor ki : “Mülkiyette duygusal bağ kategorisi, 1963 veya 1974’te dini mekan olarak kullanılan mülkler ile boşaltılması öngörülecek askeri bölgelerdeki binalar hariç, tahsis edilmiş mülkler arasında mevcut kullanıcısı bulunan başka bir binanın iadesi olmayacağı anlayışıyla gündeme gelmiştir….. Kıbrıs Türk tarafı duygusal bağ iddiasında bulunabilecek eski mülk sahiplerinin niteliklerini belirlerken, AİHM’inDemopouloskararı sonrasında halen ev/konut hakkının devam ettiğine hükmettiği eski Rum mülk sahiplerinin niteliklerini incelemiştir. Buna göre, hak iddiasında bulunabilecek kişilerin halen mülkün sahibi olması,ve evi terk ettiği tarihte asgari bir yaşta bulunması gerekmektedir (örneğin, PapayianniandFieros v. Turkey). Buna karşılık masada bulunan Kıbrıs Türk önerisinde mevcut kullanıcıların nitelikleri de hem belli bir süre binayı ev olarak kullanan eşdeğercilerin hassasiyeti, hem de binayı uzun yıllar ev olarak kullananların duygusal bağları dikkate alınarak belirlenmiştir.”
Sabahattin İsmail
Akıncı’nın bu ifadesinden “duygusal bağ” kavramında da henüz bir mutabakata varılmadığı anlaşılmaktadır… “Duygusal bağ” 1974 öncesi yapılmış bir konutta oturan şimdiki mal sahibi Türkle, eski mal sahibi Rumun, söz konusu konutla olan manevi bağını ifade etmektedir…
Rum tarafı 1974 öncesinde bir konutta 10 yıl yaşamış olan bir Rum’un söz konusu konutla “duygusal bağı” oluştuğunu, bu nedenle konutu alması gerektiğini ileri sürmektedir.
Akıncı’nın ise 1974 öncesi inşa edilen bir konutta oturan Kıbrıslı Türkün eğer eşdeğerci ise 10 yıl, tahsisten, mücahit puanından vd hak sahibi ise 20 yıl söz konusu konutta yaşaması halinde “duygusal bağı” oluşacağını belirttiği, hatta KKTC hükümetinin “bu KKTC vatandaşları arasında ayırım yapmaktır” diyerek buna tepki gösterdiği kesin bilgimiz dahilindedir…
Akıncı’nın bu tavizine göre eğer bir Türk, 8-9 yıl önce bir Rum evini satın almışsa o evle duygusal bağı oluşmayacaktır…Bu durumda 1974 öncesinde o evde 10 yıldan fazla yaşayan bir Rum “duygusal bağı oluştuğu için gelip evi alacaktır…
Aynı şekilde tahsisten hak sahibi bir vatandaş, 20 yerine 19 yıl yaşadığı için “duygusal bağı” oluşmadığı gerekçesiyle evi kendisine kalmayacaktır…1974 öncesi o evde 10 yıl yaşayan bir Rum ise “duygusal bağı” oluştuğu için gelip evi alacaktır.. 
Akıncı’nın, hem Rumlar için “duygusal bağ” kavramını kabul etmekle büyük bir taviz verdiği, hem de eşdeğerci ile tahsisten-mücahitlik puanından hak sahibi olan vatandaşlar arasında büyük bir ayırımcılık yaptığı böylece ortaya çıkmaktadır
Oysa bu hak yukarıda sözü edilen AİHM kararında, 42 yıldır bu konutta ikamet eden Türk mal sahipleri için gündeme getirilmiş ve uzun süredir eski Rum konutlarında yaşayan Türk mal sahiplerinin “duygusal bağı” nedeniyle konutu iade etmeme hakkı olduğu ifade edilmişti…Şimdi ise AİHM’in Türkler için ifade ettiği bu hak, Akıncı vasıtasıyla 43 yıl önce o evde yaşayan Rumlara da tanınmaktadır..
Bu asla kabul edilemez..43 yıl önce 10-12 yıl bir evde yaşayan Rumların o evle “duygusal bağı” olduğu iddiası büyük bir safsatadır.
Bu bağlamda, yukarıda sözü edilen hususlarda henüz bir mutabakatın sağlanmadığı ve görüşmelerin sürdüğü anlaşılmaktadır
*********
Akıncı getirecekleri karmaşık ve büyük kaos yaratacak mülkiyet sistemi konusunda da şöyle diyor: “Mülkiyette üzerinde mutabakata varılan kategoriler şunlardır:
• Dini mekanlar
• 
• Kategori I Mülkler
1. Kamu yararı için ayrılmış veya kullanılmakta olan mülkler
2. Çözüm sonrası askeri amaçlarla kullanılacak olan mülkler
3. Tahsis edilmemiş/Kullanılmayan mülkler
• Kategori II Mülkler
1. Birden fazla sahibi olan ve bölünemez mülkler
2. Esaslı inkişaf yapılmış mülkler
3. Yıkılmış mülkler (GC)
4. Yitirildiği dönemde sahibi tüzel kişi olan mülkler (TC)
• Kategori III Mülkler
1. Yitirildiği dönemde mülk sahibi tarafından ev veya geçim amaçlı kullanılan mülkler
2. Mevcut kullanıcı tarafından ev veya geçim amaçlı kullanılmakta olan mülkler
3. Araziler
4. Geriye kalan mülkler
Bu kategorilere giren mülkler/kişilerin durumuna bağlı olarak bir çare verilmesi öngörülmektedir.
• Eski mülk sahiplerinin tazmin edileceği mülkler: 
(Henüz nihai olarak sonuçlandırılmamış olsa da bu mülklerin iade edilmeyeceği hususunda büyük oranda anlayış birliği bulunmaktadır)
• Müşterek ve taksim edilemeyen ve ayrıca mülk sahipleri arasında anlaşmazlık olan mülkler
• Yitirildiği dönemde mülk sahibi tüzel kişi olan mülkler (Kıbrıs Rum tarafı, daha sonra pozisyon değiştirerek, gerçek ve tüzel kişilere farklı muamele yapılmamasını talep etmektedir.)
• Çözüm sonrası askeri amaçlar için gerekli olan mülkler
• Kamu yararına kullanılan veya ayrılan veya tahsis edilen mülkler
• Esaslı inkişafla geliştirilen mülkler
Sabahattin İsmail
Akıncı’nın açıklamasından anlaşıldığına göre Kuzey’de kalan mülkler 4 kategoriye ayrılmıştır…Bu kategorilerin biri iade edilmeyecek mülkleri, biri iade edilecek mülkleri, biri tazmin edilecek mülkleri, biri de dini yerleri kapsamaktadır. Açıklamadan anlaşıldığına göre hangi mülklerin tazmin edileceği ve hangilerinin iade edilmeyeceği konusunda henüz bir mutabakat yoktur..
********
Akıncı diyor ki: Aşağıdaki mülkler iade kapsamında olması için mutabakat sağlanmıştır:
• “1963 veya 1974’te dini mekan olarak kullanılan mülkler
• Boşaltılacak askeri bölgeler
• Tahsis edilmemiş mülkler
• Yeni orman alanları
• ‘Duygusal bağ’ kategorisine göre iade edilebilecek evler (Bu konuda henüz uzlaşma yoktur)
Sabahattin İsmail:
Akıncı’nın bu açıklamasından anlaşılan, Rum bireylere iade edilecek 1/3 oranındaki araziye ilave olarak, Kuzey’deki 500 kilise ve şapelin çevrelerindeki kilise arazileri ile birlikte iade edileceğidir…
Devamla, boşaltılacak askeri bölgelerin de iade edilecek 1/3 oranındaki araziye ilave olarak İade edileceğidir…Buna göre, örneğin, Girne’deki Barış Kuvvetleri Komutanlığı arazisi, Barış Plajı ve yanındaki Lojistik komutanlığı arazisi, Alsancak sahilindeki askeri yerler, Beşparmak Dağları’ndaki askeri yerler, Güzelyalı’daki Balina sahili ve tesisleri, Güzelyurt ve Lefke içindeki askeri yerler, Türkeli bölgesindeki askeri yerler Gazimağusa-Salamis yolu üzerindeki askeri yerler vd. Kuzeyin en stratejik noktalarındaki askeri yerler Rumlara verilecektir.
Devamla, eşdeğercilerin elinde 5 milyar puan varken durdurulan eşdeğer mal dağıtımı sonucu boş kalan tahsis edilmemiş mülkler de ilk anda iade edilecektir…
Devamla son yıllarda ağaçlandırılan yeni orman alanları da, ( örneğin Lefkoşa-Girne yolunun sağı solu, Dikmen-Lefkoşa yolunun etrafı, Beşparmak dağlarının etekleri vd. ilk anda Rum tarafına verilecektir..
Devamla, 1974’de terk edilen mülkle “duygusal bağı” olduğunu iddia eden Rumlara da mülkleri iade edilecektir ( Bu konuda henüz bir mutabakat olmadığı ifade edilmiştir.)
Yapılan bir araştırmaya göre bu kapsamda iade edilecek mülklerin toplamının 400 bin dönüm olduğu ileri sürülmüştür.
Akıncı’nın “mutabakat sağlandı” dediği iade edilecek mülkler konusundaki bu anlaşma, 1. Dünya savaşını kaybeden Osmanlı İmparatorluğunun imzalamak zorunda kaldığı teslim anlaşması olan Mondros Ateşkes anlaşmasını anımsatmaktadır…Bilindiği gibi Mondros Ateşkes anlaşmasında da savaşı kazanan devletlerin imparatorluğun tüm askeri tesislerini işgal etmesi, Türk askerlerinin tesisleri terk etmesi ve ordunun silahsızlandırılarak dağıtılması öngörülmekteydi…

Akıncı devamla diyor ki: “Kıbrıs Türk tarafı bu aşamadan sonra ( yukarıdaki mülklerin iadesinden sonra) aşağıda açıklanan ⅓ kuralının uygulanmasını önerirken, Rum tarafı mevcut kullanıcı ve eski mülk sahibinin niteliklerine göre incelemeyi sürdürmeyi ve geri kalan boş arazilere ⅓ kuralını uygulamayı önermektedir.
Geri kalan mülklerde Kıbrıs Rum tarafı, mevcut kullanıcısı bulunan ama geliştirilmemiş boş küçük arazilerin tamamen, daha büyük arazilerin ise kısmen iade edilecek şekilde belirli bir formül üzerinden iadesini öngörmektedir.
Kıbrıs Türk tarafı ise, etkilenmiş mülkün bugünkü durumuna bakarak, en çok 100 dönüm olacak şekilde ve bölünmesi durumunda 
- Sulanabilir arazilerin en az 2 dönüm, 
- Diğer arazilerin ise 5 dönümden az olmayacak şekilde;
- Tarıma elverişli olmayan ve geliştirilmemiş diğer mülklerde ise, mevcut kullanıcının 3 dönümden çok arazisi olması durumunda en fazla ⅓ mülkünü iade etmesi kaydıyla; eski mülk sahibine etkilenmiş mülkünün büyüklük veya değerinin ⅓’ünü iade etmeyi önermektedir.
Kıbrıs Türk tarafı, yukarıda belirtilen mülk kategorileri dışında kalan, mülkiyet rejimince düzenlenmemiş tüm mülklerin iade kapsamı dışında olmasını önermektedir. Rum tarafı herhangi bir pozisyon ortaya koymamıştır.
Bunun dışında, kimin öncelikli hak sahibi olacağı ile ilgili bir müzakere yapılmamaktadır.
Sabahattin İsmail
Akıncı’nın bu açıklamasından anlaşılan hususlar ise şöyledir:
- Yukarıda sözü edilen 4 kategorideki mülkler ilk anda Rumlara iade edildikten sonra geri kalan mülklerde de KKTC topraklarının 1/3’ü oranında iade uygulanması söz konusudur…Rum tarafı geri kalan tüm boş arazilere ⅓ kuralının uygulamasını isterken Akıncı ise bu iade oranının bazı kıstaslara göre uygulanmasını istemektedir.. Buna göre Akıncı,
- Sulanabilir arazilerin 1/3 oranı temelinde, en az 2 dönüm, en çok 100 dönüm olarak iadesi ( ör: 15 dönümün 5 dönümü)
- Diğer arazilerin ise 1/3 oranı temelinde en az 5 dönüm en çok 100 dönüm olarak iadesi ( ör: 30 dönümün 10 dönümü)
- Tarıma elverişli olmayan ve geliştirilmemiş diğer mülklerin ise, mevcut kullanıcının 3 dönümden çok arazisi olması durumunda en fazla ⅓ mülkünü iade etmesi kaydıyla; eski mülk sahibine etkilenmiş mülkünün büyüklük veya değerinin ⅓’ünü iade etmeyi önermektedir. ( 9 dönümün 3 dönümü veya parası)
Bir başka deyişle , sulu, kuru ve tarım dışı mülkleri olan Türkler mülklerinin üçte birini Ruma verecektir. Verecekleri miktar sulu arazilerde 2 dönümden az, kuru arazilerde 5 dönümden az, tarıma elverişsiz arazilerde ise 1/3 ünden az olmayacaktır…Özetle, arazisi olan her Türk, kalacak arazisinin ekonomik olarak kendisine ve ailesine yetip yetmeyeceğine bakılmaksızın bunu belli oranda Rumlarla paylaşmak zorunda kalacaktır…Bunun yaratacağı kaos, karmaşa ve çatışma çok açıktır..
Bu durumda toplamda iade edilecek mülkler düşüldüğü zaman Kıbrıs Türk Halkına kalacak mülkün gülünç miktarda olacağı açıktır… 
***********
Akıncı devamla şöyle diyor: “Esaslı inkişafla ilgili durum ise şöyledir; Bir etkilenmiş mülkün esaslı inkişaf sayılması için bazı durumda değerlendirmeye tabi olması, bazı durumda ise inkişafın niteliğine göre esaslı inkişaf olarak nitelendirilmesi yönünde bir mutabakat bulunmaktadır.
Bu anlayışla Türk tarafı, değerlendirmeye tabi olacak esaslı inkişafın terk ediliş tarihinden belli bir tarihe kadar (Rum tarafı bunu 15 Mayıs 2015 olarak önermektedir) bir etkilenmiş mülke yapılan bir inkişafın veya bu inkişafı meydana getirecek onaylı bir proje (Kıbrıs Türk tarafı inşaat onayını da talep etmektedir) piyasa değerinin (market value) etkilenmiş mülkün orijinal halinin bugünkü değerinden (currentvalue) daha fazla olması halinde ‘esaslı inkişaf’ olarak değerlendirmesini kabul etmiştir.
Buna karşılık, aşağıda belirtilen inkişafların değerlendirmeye tabi tutulmadan otomatik olarak ‘esaslı inkişaf’ olarak kabul edilmesi konusunda mutabakat sağlanmıştır.
Değerlendirme gerektirmeyen işlemler:
• Yeni bina: Bu yakınlaşmaya göre, yetkili makamlardan izin alınarak yapılan sağlam yeni bir bina ve onun ayrılmaz parçalarını boş veya daha sonra boş kalan (Rum tarafı bunun doğal nedenlerle olması gerektiğini söylüyor) bir arazi veya arsa üzerine inşa eden mevcut kullanıcı bakımından bina ve mevzuata göre gerekli minimum büyüklükte arsa değerlendirmeye tabi olmadan, otomatik olarak ‘esaslı inkişaf’ olarak kabul edilmesi konusunda bir mutabakat bulunmaktadır. Mevcut kullanıcıya ait geri kalan arazi ise ⅓ kuralına tabi olacaktır. Rum tarafı inkişafın ev veya geçim kaynağı olarak kullanılmasını da şart koşmaktadır.
• Bir inkişafın bir binanın fonksiyonunu geriye dönüşü olmayacak şekilde değiştirmesi ve/veya orijinal durumuna dönüştürülmesinin orantısız bir masrafa neden olması durumunda: Terk edildiği tarihte etkilenmiş mülk bir ev ise ve eski mülk sahibi “duygusal bağ” kriterinden dolayı evin iadesini alabilirse, mevcut kullanıcı tarafından yapılan ek kat veya ünitelerin mevcut kullanıcıda kalması konusunda da mutabakat bulunmaktadır. Rum tarafı bu durumda, tüm etkilenmiş mülkün eski mülk sahibine iade edilmesine ve rızasını verip, ek inkişaf bedelini mevcut kullanıcıya ödememesi durumunda mülkün bölünerek mevcut kullanıcıya ek binaların ve bunun inşası için gerekli arazinin verilmesini, ayrıca, mevcut kullanıcının bunun için ödeme yapmasını kabul ederken, Türk tarafı ev ve ortak kullanım alanlarının müşterek mülkiyeti veya eski bina için gerekli minimum arazi dışında kalan tüm etkilenmiş mülkün herhangi bir ödeme yapmadan mevcut kullanıcıda kalmasını talep etmektedir.

Sabahattin İsmail
Akıncı’nın bu ifadesinden anlaşılan şudur:
- Eğer eski bir Rum arazisi üzerine, o arazinin bugünkü değerinden daha yüksek değerde bir ev veya işyeri yaptıysanız o arazinin iadesi söz konusu olmayacaktır..Ancak arazinin değeri Ruma ödenecektir…İlaveten yaptığınız ev veya işyeri büyük bir arazi üzerindeyse, ev için gerekli arazi dışındaki arazinin üçte biri Ruma iade edilecektir…Böylece aynı arazi içinde Rum da yanınıza gelip bir inşaat yapabilecektir…
- Eğer eski bir Rum evine yatırım yaparak ilave inşaatlarla o evi eski değerinden daha fazla bir değere ulaştırmışsanız yeni yaptığınız ilaveler size kalabilecektir. Rum ise eski evini alacaktır.. Bu durumda da Türk mal sahibi, kendine kalacak binaların arazisi için Ruma ödeme yapacaktır. Bu arada aynı arazideki eski ev de “duygusal bağ” nedeniyle Ruma verilebilecektir. Rum tarafının bu talebine karşılık Türk tarafı eski evin ve yeterli arazinin Ruma verilmesini, geri kalan arazinin ve ek inşaatların Türkte kalmasını ancak bunun için ödeme yapmamasını önermiştir…Özetle her hal ve karda, 43 yıl sonra Rum gelip eski evini ve arazisini alabilecek, aynı arazi üzerindeki ek inşaatlar Türkte kalacak ve aynı arazi içinde ortak mülkiyetle birlikte yaşayacaklardır…Akıncı’nın ifadesine göre bu konuda Türk ve Rum görüşleri arasında tam bir mutabakat sağlanmamıştır.
KAOS VE ÇATIŞMA YARATIR 
Akıncı’nın mülkiyetle ilgili bu açıklamaları, olası bir çözümde mülk konusun büyük bir kaos, karmaşa, çatışma yaratacağı anlamına gelmektedir..Bunun nedeni, yukarıda anlatılanlardan da görüldüğü gibi, mülkiyet konusunun eskiden savunulduğu gibi ve savaş yaşamış tüm ülkelerde savaş sonrası olduğu gibi, iki devlet arasında global mal mülk takası ve tazminatlar yoluyla süratle sıfırlanması yerine, bireysel bazda, komisyon eliyle çok karmaşık, çözümü çok zaman alacak bir sistemle çözülmeye çalışılmasıdır… Bu çerçevede 
- Rumlar Mülk Komisyonuna bireysel başvuru yapacak, iade, takas veya tazminat talep edilecektir. Bu 3 şıktan birine mülk komisyonu karar verecektir..O aşamada Anayasamıza göre mal sahibi olan KKTC vatandaşının elindeki tapu hiçbir değer ifade etmeyecektir…Komisyonun verdiği karar bağlayıcı olacaktır.
- Çözüm olduğu andan itibaren KKTC tapuları sıfırlanacak, Kuzeydeki KKTC tapulu mülklerin tümünün satışı, devri, kiralanması, inkişafı yapılamayacaktır..
- Elinde KKTC tapusu tutan mal sahiplerinin mal sahipliği geçersiz olacak ve tapu sahipleri “mevcut kullanıcı” olarak tanımlanırken, 43 yıl önceki eski mal sahibi Rum ise “gerçek mülk sahibi” olarak tanımlanacaktır
- Takas yapılmayacak mülkler ya iade edilecek, ya Rumlarla paylaşılacak, ya da KKTC tapu sahibi tarafından parası ödenerek yeniden satın alınması dayatılacaktır…Bunun için ya borç altına girilecek, ya da büyük miktarlar tutacak olan ödemeler yapılamayacak ve çatışma çıkacaktır…
- KKTC’de son 43 yılda 3-4 milyon tapu işlemi yapıldığı dikkate alınırsa, Mülk Komisyonu milyonlarca işlem konusunda karar verene kadar ( bu süre 25-30 yıl da olabilir) hiçbir mülk üzerinde yatırım yapılamayacağından, KKTC ekonomisi çökecek, mülklerinden gelir elde edemeyen insanlar banka borçlarını ödeyemeyecek, bankalar ellerindeki ipotek mülklerin sahipleri ve statüleri değişeceği için ipoteklerini kaybedecekler, ipoteklerini ve alacaklarını kaybeden, kredi veremeyen bankalar batacak ve Kuzey ekonomisi korkunç bir kaos ve çöküş yaşayacaktır.
********
Akıncı diyor ki: “Birleşik Kıbrıs’ta Türk ve Yunan vatandaşlarına eşdeğer muamele yapılmasına yönelik taraflar arasındaki mutabakat ışığında, AB vatandaşlarına sağlanan dört özgürlüğe eşdeğer hakların Türk vatandaşlarına nasıl sağlanacağına ilişkin müzakereler halen devam etmektedir. 29 Ocak 2010 tarihinde Talat-Hristofyas görüşmelerinde bu hususta sağlanan mutabakat gereği, eşdeğer muameleye yönelik düzenlemelerin adadaki mevcut demografik yapıyı bozmaması söz konusuydu. Mevcut süreçte de Kıbrıs Türk tarafı, Rum tarafının talep ettiği doğrultuda bu uygulamanın 4:1 gibi sabit bir orana bağlanmasına karşı çıkarak, bu konuda yapılacak düzenlemelerin adadaki demografik dengeyi bozmaması prensibinin kullanılmasını savunagelmiştir. Ayrıca, bu düzenleme tamamen çözüm sonrası adaya dışarıdan gelecek olanları kapsamakta ve hiçbir şekilde iki toplum arasındaki güç paylaşımı düzenlemelerine bağlı tutulmamaktadır. 
Sabahattin İsmail
Akıncının bu açıklamasından anlaşıldığına göre, 4 özgürlüğün Türk vatandaşlarına da sağlanması için müzakere yapılmakta ve Türk ve Yunan vatandaşlarına eşdeğer muamele yapılması için mutabakat bulunmaktadır…
Oysa Anastasiadis ve diğer tüm liderler Cenevre’den başlayarak her gün yaptıkları açıklamalarda bunun tam aksini iddia etmekte, Türk vatandaşlarına 4 özgürlüğün tanınması konusunun hiçbir zaman Akıncı ile müzakere edilmediğini, bunun asla kabul edilmeyeceğini belirtmektedirler…
Akıncının açıklamasında devamla “Kıbrıs Türk tarafı, Rum tarafının talep ettiği doğrultuda bu uygulamanın 4:1 gibi sabit bir orana bağlanmasına karşı çıkarak, bu konuda yapılacak düzenlemelerin adadaki demografik dengeyi bozmaması prensibinin kullanılmasını savunagelmiştir” denmektedir…
Oysa bizzat Akıncı geçmişte yaptığı açıklamada nüfusun 220 bin Türke karşılık 803 bin olarak dondurulmasını kabul ettiği; demografik yapının korunması amacıyla 1 Türk vatandaşının İç vatandaşlık alması için 4 Yunan vatandaşının Güneyde vatandaşlık alması, ( ¼ oranı) konusunda anlaşma sağlandığını belirtmişti…
Oysa şurası açıktır ki Yunanlıların Güneye gelip vatandaş olmalarına gerek yoktur. Çünkü AB vatandaşı olmaları nedeniyle kendilerine tanınan sınırsız 4 özgürlüğü kullanarak aday yerleşebilecekler, mülk alabilecekler, iş kurabilecekler ve çalışabileceklerdir…Bunun için ayrıca Kıbrıs vatandaşı olmalarına gerek yoktur…Bu durumda hiçbir Yunan, Kıbrıs vatandaşı olmaya gerek duymayacağı için tek bir Türk bile iç vatandaş statüsü elde edemeyecektir…Bu durumda adadaki Rum-Yunan sayısı kısa sürede hızla artarken Türk nüfusu yerinde sayacaktır..

Akıncı Anayasa değişikliğinin referandum yoluyla Halklar tarafından değil de Meclisler tarafından yapılması konusunda da şöyle diyor : “Bugün dünyadaki anayasa değişikliği akımlarına bakıldığında görülmektedir ki devletlerin işleyişi bakımından elzem olan değişiklikler, referandum yoluyla değil de halkın seçilmiş temsilcilerinden oluşan yasama organlarında özel çoğunluklar sağlanarak elde edilmeye çalışılmaktadır. Bunun başlıca sebebi, anayasa değişiklikleri için gidilen referandumlarda, bir yandan halkların bu değişikliklerle ilgili olmayan hususlara karşı tepki olarak oy verdiği durumlarla karşılaşılmakta, diğer yandan ise (Kaliforniya eyaleti örneğinde olduğu gibi) popülist akımlardan etkilenilerek gelecek kuşaklar için menfi sonuçlar doğurabilecek değişikliklerin onaylanmasıdır. Bu duruma bir örnek de ülkemizde yaşanmıştır. 2014 yılında Cumhuriyet Meclisi’nden tüm partilerin onayı ile geçirilen Anayasa değişiklikleri, içerikle ilgili olmayan başka tepkiler nedeniyle halk tarafından reddedilmiştir…….Birleşik Kıbrıs örneğinde……federal hükümetin yetkilerine giren bir konudaki anayasa değişikliği, her bir toplumdan gelen Senatörlerin ayrı ayrı çoğunluğunu içerecek şekilde tüm Senatörlerin 3/5 çoğunluğu ile her bir kurucu devletten gelen Temsilcilerin ayrı ayrı çoğunluğunu içerecek şekilde tüm Temsilcilerin mutlak çoğunluğunu gerektirecektir. Kurucu devletleri ilgilendiren diğer tüm artık yetkilerde ise, federal Parlamento’daki bu mekanizmanın yanı sıra, her iki kurucu devlet Parlamentolarının ayrı ayrı mutlak çoğunluğunu içermesi gerekecektir.
Dolayısıyla, federal yetkiler bağlamında, federal Parlamento’da hem toplumları temsil eden Senatörlerin hem de vatandaşları temsil eden Temsilcilerin, iki toplumluluğa ve iki kurucu devletin eşitliğine dayalı bir şekilde Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum üyelerinin ayrı ayrı çoğunlukları aranacaktır; artık yetkiler bağlamında ise, buna ilaveten her iki kurucu devletin seçilmiş temsilcilerinin ayrı ayrı çoğunluklarını gerektirecektir.
Anayasal değişiklikle ilgili yetki konusunda oluşabilecek herhangi bir anlaşmazlık, her iki toplumdan eşit sayıda yargıcın bulunduğu Yüksek Mahkeme’ye çözülmek üzere intikal ettirilecektir. En, önemlisi ise, çözümün ve federasyonun asli özelliklerine ve yapısına ilişkin hükümler hiçbir şekilde değiştirilemeyecektir.
Sabahattin İsmail
Sn. Akıncı’nın Anayasa değişikliğinin nasıl yapılacağı konusundaki bu açıklaması genelde olumlu olmasına karşın, Anayasa değişikliklerinin sözü edilen Meclis süreçlerinden geçtikten sonra Halkoyuna sunulması ve sonuca referandumda Halkın karar vermesi en demokratik yoldur…Halk “şu veya bu popülist nedenle veya öfkeyle reddedebilir, o nedenle referanduma gerek yok” demek ve bunu haklı göstermek için KKTC halkının yakın geçmişte reddettiği anayasa değişikliği önerisini göstermek, demokrat olmamanın, halka ve halkın iradesine saygı duymamanın, halkı küçümsemenin kanıtıdır. Halk iradesine saygı duymayan böyle bir anti-demokratik yaklaşımın saygı görmesi olası değildir…Anayasa değişiklikleri mutlaka her iki halkın ayrı ayrı referandumuna sunulmalıdır…Bu, aynı zamanda katılımcı demokrasinin geliştirilmesinin, demokrasi bilincinin kökleşmesinin ve Halkın anayasayı sahiplenmesinin de gereğidir….
***********

Akıncı diyor ki: Ağırlıklı ve çapraz oylama, sadece federal seviyedeki Başkanlık seçimlerinde geçerli olup, kurucu devletlerin kendi seçimlerinde hiçbir şekilde herhangi bir oranda ağırlıklı oy kullanılması sözkonusu değildir. Mektubunuzda bahsedilmekte olan diğer %20 oranı ise, diğer kurucu devletten gelerek Kıbrıs Türk Kurucu Devleti’nde yasal ikametgahını kuracak Kıbrıslı Rumların azami oranına ilişkindir. Dolayısıyla, burada bahsedilen %20 oranı iç vatandaşlığa değil, yasal ikametgaha tekabül etmektedir. Yasal ikametgah sahibi kişiler ise ancak yerel seçimlerde (muhtarlık, belediye) oy kullanabilecek olup, bu bağlamdaki siyasi haklarını kullanma bakımından %20’yi geçemeyecektir. Yerel seçimler haricindeki kurucu devlet yürütme ve yasama seçimleri iç vatandaşlık temelinde olacaktır. İç vatandaşlık alımı ise, belirli bir süre o kurucu devlette daimi yasal ikametgaha sahip olma ve o kurucu devletin dilini akıcı bir şekilde kullanabilme de dahil olmak üzere kriterlerini tamamen ilgili kurucu devletin belirleyeceği düzenlemelere bağlı olacaktır…


Akıncı bu açıklamasıyla şu hususları vurgulamaktadır:
- Federasyon eş başkanı olacak Türk başkanın seçilmesinde Rumlar da oy kullanacak ve oyları %20 ağırlıklı olacaktır…Bir başka deyişle kimin seçileceğini Türk seçmenin beşte biri oranındaki Rum seçmenin oyu belirleyecektir…Bu durumda Rumlara en yakın, onlara en çok tavizi veren, onları en çok mutlu eden kişinin seçileceği açıktır…Başkanlık için 4-5 Türk aday çıkması halinde Türk seçmenin oyları bölünecek, %20 oranındaki blok Rum oyu ise kimin seçileceğini belirleyecektir…Rusya, Almanya, Avustralya gibi, etnik temele dayanmayan İdari federasyonlarda bu doğal olabilir…Ne ki Kıbrıs’ta egemenliği bölüşen İki farklı-eşit Halka ve iki eşit kurucu devlete dayalı bir ortaklık kurulacağına göre, 1960’da olduğu gibi, her halkın kendi başkanını kendisinin seçmesi şarttır…Bu kabul edilen temel parametre olan İKİ TOPLUMLULUK ilkesinin de gereğidir…Akıncı çapraz oyu kabul ederek İKİ TOPLUMLULUK ilkesini de yok etmektedir…Aksi olması halinde Rumların %20 oyu ile seçilecek bir başkana Türk Halkı güvenmeyecek, onu kendi temsilcisi olarak görmeyecek ve Rumlar seçilmesini sağladıkları kişinin desteğiyle adayı tek Halka dayanan ÜNİTER Devletmiş gibi yöneteceklerdir..İki kurucu devlete-Halka dayalı federasyon sadece lafta kalacaktır..Ve bu, yeniden büyük bir iç çatışma çıkacaktır…Çapraz oy, Rum tarafının 1963’de gündeme getirdiği birleşik seçim sisteminin üzeri örtülmüş şeklidir, tüm adayı istedikleri gibi yönetme hedefinin bir aracıdır ve asla kabul edilemez…Çapraz oyu geçmişte gündeme getiren Talat şimdi ise Akıncı’nın hesabı, Rumların yüzde 20 ağırlıklı oyuyla Türk halkının temsilcisi olarak başkanlığa seçilmektir…Çünkü Türk halkının oylarıyla kendilerini seçmeyeceğini ve seçilmek için Rumların oyuna ihtiyaç duyduklarını bilmektedirler…Hiçbir Rumun milliyetçi ve Türk Halkının hak ve çıkarlarını koruyan bir Türke oy vermeyeceğini bildikleri için Türk Halkının iradesini Rum oylarıyla etkisiz kılmak istemektedirler…Çapraz oyun en basit anlamı budur…Kişisel çıkar, şahsi ikbal hesaplarıyla kabul ettikleri Çapraz oy asla kabul edilemez, edilmeyecektir…

Yorumlar