Gözde Kılıç Yaşın Gözde Kılıç Yaşın @GzdKlcYsn

Ankara'nın Kıbrıs'ta Askeri Üs Kurma Planı ve Garantörlük Hakkı Tartışmaları

22 Aralık 2016
Ankaranın Kıbrısta Askeri Üs Kurma Planı ve Garantörlük Hakkı Tartışmaları

Kıbrıs müzakerelerinin 9, 10, 11 Ocak 2017’de Cenevre’ye taşınmasına günler kala Türkiye’nin Garantörlük Hakkı’yla ilgili tartışmalar da yoğunluk kazandı. “Ta Nea” isimli Yunan gazetesi Ankara’nın, tek yanlı garantinin parçası olarak, Birleşik Kıbrıs Federasyonu’nun Kıbrıs Türk devletçiğinde askeri üs kurup, idame ettirmeyi gündeme getirmeye çalıştığını iddia etti. Gazete, bu formülü, Kıbrıs sorununa uzlaşı çerçevesinde çıkış yolu olarak “vazgeçilmez ön koşul/olmazsa olmaz” (sine qua non) olarak şart koştuğunu yazdı. Habere göre, “Ta Nea”, Ankara’nın “bölgedeki geniş projelerinin parçası olarak, fiili köprübaşı gördüğü Akdeniz’deki askeri varlığını daimileştirmek için Ada’da İngiliz üsleri benzeri üs kurmak istediğini” yazdı. “Ta Nea” daha önceki bir haberinde, garantiler konusunda “AngloAmerikanların uzlaşı önerisinden söz ettiğini ve bu önerinin Londra ve Washington başta olmak üzere arabuluculuk yapan bazı ilgili başkentlere iletildiğini yazmıştı. Londra ve Washington’un güvenlik ve garantiler konusuna dair pozisyonunun, Cenevre’ye katılacak olanlar gibi, yeterince netleşmeyip gelişmelerin “Gordion düğümünü” oluşturduğunu kaydetti.

Rum Simerini gazetesi ise ABD Dışişleri Bakanlığı’nın, “Ta Nea”nın geçen haftaki, garantilerle ilgili uzlaşı formülü iddiasını yalanlamaktan kaçındığına işaret ederek ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın Cenevre Konferansı ile ilgili çalışmaların başarısızlığa uğramaması, daha konferans başlamadan çıkmaz olmaması için çok daha etkin inisiyatifler alacağına da işaret etti.

Yunan ve Rum gazetelerinde yer alan bu haberler Mont Pelerin’de görünürde bir krize yol açan Garantörlük meselesinin çözümü için daha önce de yine Rum gazetelerinde yer alan “Türkiye’nin Garantörlük Hakkı’ndan çoktan vazgeçtiği” iddialarıyla örtüşüyor. Zira Güney Kıbrıs Rum tarafında yayınlanan gazeteler çeşitli defalar Türkiye’nin Garantörlük Anlaşması’nda bir değişikliğe razı olduğu ve Birleşik Kıbrıs Federasyonu’nun sadece Türklerin yaşadığı kısım için Garantörlüğün devamını kabul ettiğini yazmıştı. Hatta Rum Hükümet Sözcüsü Nikos Hristodulis’in “Çözümün ardından Türkiye’nin yalnızca Kıbrıs’ın Kuzeyinde garantör olmasını da kabul etmiyoruz” sözleri gündem yaratmış; Rum lider Anastasiadis’in ise “Türk askerinin adadan çekilmesi” koşuluyla bu öneriye sıcak baktığı iddia edilmişti.

Gerçek şu ki sanki kalıcı, işleyebilir, adil bir anlaşma metni hazırmış da hayata geçmesi Garantörlük meselesinin halline kalmış gibi bir hava oluşmuş durumda. Rumların talepleri açısından bu yaklaşım da doğru görünüyor. Zira Türklere ait toprakların beşte birinin Rumlara teslim edileceği, buralara dönecek Rumların dışında Türklere kalan topraklara yerleşmek üzere gelen Rumları tanımlayan ve döneceklerden bağımsız olarak “dört özgürlük” adı altında tüm Rumlara yerleşme, iş kurma hakkı veren ve üstelik olarak ırkçı bir yaklaşımla nüfusta 4 Rum’a karşılık 1 Türk oranının korunacağı garantisi veren bir anlaşma metni masada duruyor. Rum tarafının tam memnuniyeti için geriye bir tek Garanti ve İttifak Anlaşması’nın ilga edilmesi kalmış durumda.

Burada Garantörlük müessesinin bir parçası olan İttifak Anlaşması’nın hiç anılmaması da düşündürücü. Zira İttifak Anlaşması, fiili Garantörlüğün bir parçasıdır ve asker bulundurma hakkı vermektedir. Rahmetli Denktaş’ın yıllarca “Etkin  ve fiili Garantörlük” vurgusu da bununla ilgilidir. Bu çerçevede Türkiye’nin zaten uluslararası anlaşmalarla tanınmış olan “asker bulundurma hakkı”nı bir “askeri üs kurma anlaşması”na çevirmesi kabul edilebilir bir yaklaşım tarzı değildir. Türkiye’nin Kıbrıs’ta bir askeri üs kurması ancak görüşmelerin kesilmesi ve KKTC’nin tanınması aşamasında yani Garantörlük Anlaşması’nın mahiyeti gereği sona ermesini gerektirecek türden bir durumda söz konusu olmalıdır. Bu da tanınmış bir KKTC ile yürütülecek savunma işbirliği görüşmeleri neticesinde olacaktır. Ancak birleşik bir devlet yapısına geçilecekse Garantörlük Anlaşması yürürlükte kalmalıdır. Garantörlük müessesesi, ortaya çıkan anlaşmanın kalıcı ve sürdürülebilir olmasının da bir parçasıdır.

Cenevre öncesinde Garantörlük Anlaşması’nın çözülmesi gereken tek engelmiş gibi lanse edilmesi, Kıbrıs Sorunu’nun 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’na indirgenmesine göz yummak; 21 Aralık 1963- 20 Temmuz 1974 sürecini yaşanmamış saymaktır. Eğer Garantörlük Anlaşması’nın o ya da bu şekilde ortadan kaldırılması hususunda ortaya atılan iddialar sadece Rum tarafının hezeyanı değilse ve Türk heyetiyle bu konular görüşülüyorsa KKTC Parlamentosu’nun 24 Şubat 2010’da aldığı “Garantilerden vazgeçilemez” kararının Türk heyetince de dikkate alınmadığını ifade etmek gerekir. Her iki yönden de bu tutum, Rum tezlerinin ışığında hareket edildiğini gösterir, bu da müzakere mantığına ters olduğu gibi Türk halkını temsil etmekten uzaklaşıldığını gösterir. Türkiye’nin henüz resmi olarak bulunmadığı ortamlarda Türkiye adına sözler verilmesi de müzakere mantığına terstir ve 12 Ocak 2017’de gerçekleşmesi beklenen Garantörlerin de katılacağı çoklu zirvede Türkiye’yi tamamen zora sokacak bir hamledir. Ancak tüm bunlara rağmen Türkiye vazgeçmediği müddetçe Garantörlük Anlaşması’nın ortadan kalkmayacağını vurgulamak gerekir. Öyle bir ihtimal olsaydı Rum tarafı tüm müzakere sürecinde enerjisinin tamamını Türkiye’nin Garantörlüğünü  iptal etmeye harcamazdı…

Türkiye de herhalde birleşme ile “bakir doğum" denilen şekilde yeni bir devlet olarak mı ortaya çıkacağı yoksa mevcut “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin anayasal değişiklikle Türkleri de içine alacak bir yapıya mı dönüşeceği gibi en temel hususlarda uzlaşı sağlanamadığını görüyordur. Yani Türkiye, planının hayata geçmesinin önündeki tek engelin Türkiye’nin Garantörlüğü olmadığını; aksine planın zaten olgunlaşamadığını ve kalıcı, adil, sürdürülebilir bir çözüm sunmadığının farkındadır. İşte zaten Garantörlük Anlaşması’nın varlığı da çözümü ve yeni kurulacak devletin işlerliğini garanti eden bir müessese olması hasebiyle kalıcılığını buradan kazanmaktadır. Kısacası Türkiye Kıbrıs’ta bir askeri üs kurmayı ancak KKTC’nin tanınması politikası çerçevesinde gündeme getirmeli, diğer tüm durumlarda uluslararası anlaşmalarla tanınmış Garantörlüğü üzerindeki hiçbir oynamayı kabul etmemelidir. 

Yorumlar