Gözde Kılıç Yaşın Gözde Kılıç Yaşın @GzdKlcYsn

Radovan Karaciç Yargılaması ve “Kutsal Savaş”

15 Haziran 2016
Radovan Karaciç Yargılaması ve “Kutsal Savaş”

Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi, Bosnalı Sırp lider Radovan Karaciç’in  yargılanması bitirerek 40 yıl mahkûmiyet kararı aldı. Kararın açıklandığı 24 Mart 2016 tarihi aynı zamanda Miloşeviç Rejimine karşı NATO bombardımanın başlatılmasının 17. yıldönümüydü. Müdahale Kosova’daki katliamları durdurmuş, Miloşeviç rejiminin sonunu getirmiş ve aynı zamanda uluslararası hukuk ve siyasette etkileri bugüne dek uzanan bir dizi radikal değişim ve dönüşümü de başlatmıştı. Karaciç Davası, bir dönemi daha iyi anlamaya ve dünyayı yönetme derdinde olanların bir takım sırlarına vakıf olmaya imkan tanıdı…

Bosnalı Sırp lider Radovan Karaciç’in (Karadziç )Hollanda’nın Lahey kentinde eski Yugoslavya’da işlenen suçlar için kurulan Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’ndeki (ICTY) yargılamasında nihayet sona varıldı. 24 Mart 2016’da karar açıklandı. Sırp lideri 40 yıl hapse mahkûm eden Mahkeme, Karaciç'in 8 bin Müslüman'ın katledildiği Srebrenitsa'da (Srebrenica) soykırım suçu işlediği yönünde karar verdi.

Böylesi bir yargılama sürecinden beklenen en önemli sonuçlardan biri soykırımın insanlık suçu olduğu algısının yerleşmesidir. Mağduriyet asla giderilemez ama suçluların övülmesinin yasaklanması ya da olası taraftarlarının bu kişileri desteklemeye utanacağı bir sonucun doğması beklenir. En önemlisi suçun mağdurları ve mağdur yakınları suçluların pişmanlığını görmek ister. Ne var ki ne bu son karar ne Savaş Suçları Mahkemesi’nin verdiği diğer kararlar ne de Uluslararası Adalet Divanı’nın Bosna Hersek-Sırbistan davasında verdiği karar böyle bir sonuç doğuramadı. Bu haliyle uluslararası toplumun soykırımın yaşanmasını engellemedeki başarısızlığının yargılama ve cezalandırma aşamasında da sürdüğünü ifade etmek gerekir. Adalet sağlanamamıştır. Adaletsizliğin en büyük sebebi yargılamanın bu denli uzun sürmesidir. İnsanlık vicdanı yaşananları unutmamış olsa da geçen zamanın dünyanın çeşitli bölgelerinde yeni insanlık suçlarının bir yandan işleniyor olması nedeniyle cezalandırma sürecine dönük zorlayıcı kamuoyu baskısının gelişmesine imkan tanımadığı da açıktır. Daha kısa bir ifadeyle yargılamanın 20 yıl gibi bir süreye yayılması nedeniyle acıların ağır havası dağılmıştır. Yargılamanın uzun sürmesi meselesinde teknik bir takım gerekçeler öne sürülebilecekse dahi esasen siyasi yaklaşımın payı daha güçlü olmuştur. Aksi olsaydı en azından Nürnberg[1] ya da Tokyo yargılamalarındaki hıza ve sonuçlara yaklaşılmış olunurdu.

Bosna-Hersek’teki soykırım ve katliamların planlayıcısı olarak bilinen Sırbistan ve eski Yugoslavya Devlet Başkanı Slobodan Miloseviç yargılaması sürerken 11 Mart 2006’da ölmüştü. Karaciç de Bosna Sırp Güçleri’nin başındaki isimdi ve yapılan her katliamdan bizzat haberinin olduğu kayıtlara girdi. Verilen 40 yıllık mahkûmiyet kararını avukatlarının bir savunma başarısı olarak gördüğü de eklenmeli. Nazizim suçlarından dolayı Almanya’nın yıllar boyunca tazminat ödediği, bugün dahi Hitleri öven konuşma ve yaklaşımların takibata uğradığı, başta Almanların Hitleri nefretle andığı ve tüm bunların yanı sıra Yahudi düşmanlığının ya da Yahudi düşmanlığı olarak algılanabilecek her türlü yaklaşımın başta Almanya olmak üzere tüm dünyada tepkiyle karşılandığı hatırlanmalıdır. Bunda hukukun işleyişinin önünün açılması kadar siyasi yaklaşım da etkilidir. Soykırımlar karşılaştırılamaz, hangi işkence türünün daha acı verici olduğu ya da insanlığın vicdanında daha ağır hasarlara yol açtığı tartışılamaz ancak Srebrenitsa başta olmak üzere Bosna Hersek’in genelinde yaşananlar en az Yahudilere karşı işlenen insanlık suçu kadar (soykırım) ağırdır. Ancak Sırbistan tüm delillere rağmen suçun oluşmasını önleme yükümlülüğü olduğu ancak isteseydi dahi engelleyemeyecek durumda olduğu hükmüyle olaydan mahkeme kararıyla aklanmış oldu. Uluslararası Adalet Divanı herhangi bir tazminata hükmetmedi. Soykırımın baş suçlusu olarak görülen Karaciç ise sadece 40 yıl ceza aldı ama burada önemli olan mahkûmiyet yılı değil. Bununla beraber kimi yorumlardaki “Nasılsa 40 yıldan önce ölür” yaklaşımı da doğru değil. Zira mesele kaç yıl hapiste kalacağı değildir. Mesele böylesi bir suça ne kadar ceza verildiğidir. Yoksa 20 yıl boyunca zaten yakalan(a)mamış ve yargılanması yaşlılığına bırakılmıştır. Öte yandan soykırım suçunun işlendiği tüm bölge, köy, kasaba, şehirler ve mağdurlarının tamamı dikkate alınırsa Karaciç’in -diğer insanlığa karşı suçları için aldığı ceza hariç- sadece Srebrenitsa’da işlenen soykırım için cezalandırılması ciddi bir adaletsizliktir. Dahası Uluslararası Adalet Divanı’nın soykırım suçunun işlendiğine hükmettiği Srebrenitsa, hala daha Sırp yönetiminin elindedir. Savaş sırasındaki barış görüşmeleri mahkeme kararıyla Srebrenitsa’da ama gerçekte çok daha fazla bölgede soykırımla alınan toprakları Sırp güçlerine bırakmıştır. Üstelik entite de ayrı bir devlet olmanın önünü açar şekilde “Sırp Cumhuriyeti/ Republika Srpska”  ismini kullanabilmektedir. Daha da önemlisi ise ne Karaciç işlediği suçun suç olduğunu kabul etmiştir ne de destekçileri onu kahramanlaştırmaktan vazgeçmiştir.

Durumun vahametini gösteren en yeni gelişme Mahkeme kararının açıklanmasından hemen önce 20 Mart 2016’da Republika Srpska'nın lideri Milorad Dodik'in ve Karaciç’in kızı ve eşinin de katıldığı bir törenle Başkent Saraybosna'nın güneydoğusundaki Pale kasabasında bir öğrenci yurduna “Dr. Radovan Karaciç” isminin verilmesidir. 100 bin kişinin hayatına mâl olan, 4 milyon Bosnalının evsiz kalmasına yol açan savaştaki rolü ve soykırım suçu işlediği sabit olan eski bir liderin isminin “devlet”in şimdiki yetkililerince bir kuruma verilmesi insanlığa karşı suçlar konusunda bu toplumun yeterince aydınlanılmamış olduğunun göstergesidir. Dodik’in açılıştaki "Bu öğrenci yurdu, şüphesiz Bosna Sırp Cumhuriyeti'nin temellerini atan ve ilk başkanı olan kişiye adanmıştır" ifadesi fazla söze gerek bırakmıyor. Üstelik bir öğrenci yurdu demek yeni yetişen bir neslin dimağının hedef alındığını da göstermektedir. Kararın açıklanmasından hemen önce Karaciç'e destek amacıyla Sırp nüfusun yoğun olduğu Saraybosna'nın doğu kesimlerinde, üzerinde "Sırp kahramanlar" yazılı Karaciç ve Seselj fotoğraflarının bilbordlara asılması da aynı sonucun altını çizmektedir. Sırbistan Radikal Partisi Başkanı Vojislav Şeşel’in Belgrad’daki meydanda düzenlediği destek mitingi Karaciç’i Sırbistan’da da “kahraman” kabul edenlerin hala var olduğunun göstergesidir. Kısacası eski Yugoslavya’da işlenen suçlar için kurulan mahkeme ve genel anlamda sürecin yönetiminde söz sahibi olanlar, adaletin sağlanmasında olduğu kadar yeni benzeri suçların önüne geçilmesi konusunda da gerekli çabayı göstermemiştir. Hitler ismi bugün Almanya’da kimi kurumlara verilebiliyor olsaydı, Holocaust konusunda bugünkü bilinç oluşabilir miydi?

Karaciç Yargılaması

Mahkeme tarafından cezalandırılan en kıdemli siyasetçi olan Karaciç, Bosna-Hersek'te 1992-1995 arasında yaşanan savaş sırasında görev başında olan siyasi liderdi. Dolayısıyla işlenen soykırım, etnik kaydırma ve etnik temizlik suçlarının da ortağıydı. Karaciç, 1990’da Bosna-Hersek’te Sırbistan Demokrat Partisi’nin kurucu üyeleri arasındaydı; 1992’de Bosna Sırp Cumhuriyeti’nin başkanı oldu ve 1996’ya kadar silahlı kuvvetler başkomutanı ve devlet başkanı olarak kaldı.

Karaciç, 1992-1995 yılları arasında Bosna’da Müslümanlar ve Hırvatlara karşı gerçekleştirilen “etnik temizlik” ya da uluslararası hukuktaki tanımlamasıyla soykırım kampanyasının “yüksek komutanı” olmakla suçlandı. Bu dava, sadece Bosnalı soykırım mağdurlarını ya da mağdur yakınlarını değil tüm insanlığı ilgilendiriyor. Karaciç’in yargılanma sürecinin tamamı, soykırım suçunun sonuçlarının somutlaşmasını sağlayabilecek ve yeni soykırımların yaşanmasını engelleyecek caydırıcılığı yaratabilecek nitelikteydi. Bu davada insanlık, Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı’nın Sırbistan v. Bosna-Hersek davasından çıkan “Srebrenitsa’da bir soykırım yaşanmıştır” kararı sayesinde bir adım önde; Divan’ın Bosna-Hersek’in geri kalanında yaşananları “toprakların Sırplaştırılmasına hizmet eden bir etnik-temizlik” olarak tanımlaması nedeniyle de iki adım geride başlamıştı. Bu davada insanlık, Karaciç’in hala kendi masumiyetine inanması, yaptıklarını “haklı bir savaş” olarak tanımlaması nedeniyle soykırımcıların utanmazlıkları karşısında vicdanen rahatsızdı.

Karaciç, Eski Yugoslavya sınırları içinde 1991'den itibaren uluslararası insaniyet hukukunun ağır bir şekilde ihlali kapsamındaki filleri işleyen failleri yargılamak üzere oluşturulan özel Eski Yugoslavya Hakkındaki Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (ICTY) arananlar listesindeki ilk isimdi. 250 binden fazla insanın öldüğünün tahmin edildiği ve 1.8 milyon kişinin evlerinden sürüldüğü Bosna Savaşı’nın bitmesinden sonra BM Savaş Suçları Mahkemesi’nce resmen suçlanan Karaciç, suçlamanın ardından kayıplara karışmış ve ancak 13 yıl sonra üzerinde Dragan Dabic ismine düzenlenmiş kimlikle ele geçirilmişti. 18 Temmuz 2008’de Sırbistan’da ele geçirilen Karaciç, yakalanmasının üzerinden 15 ay geçtikten sonra 26 Ekim 2009’da "soykırım yapmak", "insanlığa karşı suç işlemek" ve "savaş kanunlarına aykırı hareket etmek" dahil 11 ayrı suçtan yargılanmaya başlandı. 3 Mart 2009’da ilk kez hakim karşısına çıktı Savunmasının hazır olmadığı gerekçesi ile mahkemeyi boykot eden ve duruşmaya çıkmayı reddeden Karaciç, Baş Yargıç O-Gon Kwon’un “Duruşmaya hazır olma durumunu belirleyecek olan sanık değil, mahkeme kuruludur” itirazı ile karşılaştı. Savcı’nın iddianameyi okuması ardından savunmasını hazırlamak için süre verilen Karaciç, nihayet 1 Mart 2010’daki duruşmada savunmasına başladı yani ele geçirilmesinin üzerinden neredeyse iki yıl geçtikten sonra. Uluslararası mahkemenin davaya bir kez daha katılmaması durumunda kendi kendisini temsil hakkının elinden alınarak savunmasında bir avukatın görevlendirileceği yönündeki uyarısı, Karaciç’în boykotunun kırılmasında etkili oldu. Karaciç’in savunmasını okuması iki gün sürdü. Dava boyunca 337'si savcılığın, 248'i ise savunmanın olmak üzere toplam 585 tanık dinlendi. ICTY savcılarının hakkında müebbet hapis cezası istediği Karaciç hakkındaki karar, yargılanmaya başlanmasından yedi yıl sonra 40 yıl mahkumiyet hükmü şeklinde verildi. Yani Bosna’daki savaşın bitirilmesinden tam 21 yıl sonra olayların arkasındaki en etkili güç olduğu kabul edilen Karaciç’in yargılanması tamamlandı.

Soykırım, insanlığa karşı suç işlemek ve savaş kurallarını ihlal etmekten suçlu bulunan Karaciç hakkında savcılık makamının talebi müebbet hapisti. Savcı Alan Tieger, “Yüzlerce tanık, 80 bin sayfalık tutanak ve 10 bin delilden sonra, etnik temizlik politikası nihayet ortaya çıktı. Ve Karaciç, bunun itici gücüydü” demişti. İddianamede Karaciç'in 1991-1995 yılları arasında, işaret edilen suçları işlediği belirtilirken, amacının ise Bosna Hersek'te Müslüman ve Hırvat nüfusu tamamen ortadan kaldırmak olduğu ifade ediliyordu. Karaciç'in kontrolündeki birliklerin katliam yaptığından haberdar olduğu ya da olabileceği vurgulanıyor ve buna rağmen işlenen suçları engellemek için hiçbir önlem almadığı belirtiliyordu. Saraybosna'daki sivil halka yönelik özellikle keskin nişancıların gerçekleştirdiği cinayetlerden ve şehre yönelik havan topu saldırılarından da sorumlu tutulan Karaciç, Srebrenitsa'nın yanı sıra Kljuc, Bijelina, Prijedor, Vlasenica, Foça ve Banja Luka bölgelerinde de Müslüman ve Hırvat nüfusun katledilmesi, özel mülklerinin yok edilmesi, dini ve kültürel yapıların imha edilmesiyle de suçlanıyordu. 24 Mart 2016 tarihli kararda ise Karaciç, kendisine yöneltilen 11 suçlamanın 10'undan suçlu bulundu. Binlerce kişinin hayatını kaybettiği Saraybosna kuşatması sırasında yaşanan cinayetler ve sivillere yönelik saldırılarda Karaciç'in cezai sorumluluğu olduğuna hükmedildi. 1995'te BM askerlerini rehin almaktan da suçlu bulundu.Kararda katliam planında büyük bir katkı ile yer aldığı, stratejik operasyonel emirleri bizzat verdiği vurgulandı. Srebrenitsa’daki soykırımda sorumluluğu olduğu kabul edilirken Bosna Hersek'teki başka kasabalarda soykırım yaptığı iddiasından ise beraat etti.

Halbuki Karaciç'in Srebrenitsa'nın yanı sıra Bratunac, Foca, Kljuc, Prijedor, Sanski Most, Vlasenica ve Zvornik bölgelerinde yapılan katliamlar nedeniyle de "soykırım" suçundan hüküm giymesi bekleniyordu. Bir kez daha aynı yöntem ve planlamayla öldürülmüş insanlar arasında ayrım yapıldı…

Ancak neyse ki Bosnalı Sırp General Ratko Mladiç ve Sırp Cumhurbaşkanı Slobodan Miloseviç’le birlikte Yugoslavya'nın çöküşünden sonra eski Yugoslavya topraklarında Bosnalı Müslüman ve Hırvatlar'ı yok etmek için birlikte hareket ettikleri de dile getirildi. Aksi durumda Bosna’da yaşananlar yargı diliyle de tamamen bir “iç savaş” olarak kabul edilmiş olurdu. Halbuki Sırbistan’ın rolünü unutmak ya da yok saymak mümkün değil. Aynı şekilde Boşnakları ellerindeki çakıları dahi teslim alarak BM’nin güya Güvenli Bölge ilan ettiği kamplara alması ve sonrada öylece Sırp kuvvetlerine teslim etmesi de unutulmayacak. Zaten Karaciç savunmasına Batılı yetkililerin kendisine yargılanmayacağı sözü verdiklerini hatırlatarak başlamıştı. Miloşeviç de mahkemeye dönemin tüm Batılı liderlerini tanık olarak çağırmıştı. Karaciç müebbetle yargılanıp 40 yıl mahkumiyet aldı ancak zaten 70 yaşında ve işlediği suçlardan sonra 13 yıl da kaçak -ancak sefil de değil yani bir alternatif tıp kliniğinde çalışarak, seminerlere katılarak - yaşamıştı. Belki de kaçaklığına göz yumulmuştu. Kısacası adalet mekanizması her zamanki gibi siyasi yaklaşımlara uygun çalışıyor. Bosna Hersek’teki savaş sırasında dolaylı suçlar dahil olmak üzere 20 bin kişinin suça karıştığı ifade edilmektedir. Nitekim bir soykırım gerçekleştirebilmek için kullanılan her bir bireyin suçun parçası yapılması yöntemi kullanılmıştır. Kuşkusuz ki işlenen suçlardan birileri ceza aldı ama hepsi değil. Ceza alanlarsa gecikmiş ve işledikleri suçların pek de karşılığı olmayan cezalar alıyor. Belki de ceza alanların bir kısmı da eski Bosna Sırp Cumhuriyeti Devlet Başkanı Bilyana Plavsiç’in “işlediği suçun vahametine rağmen” cezaevinden erken salıverilmesi gibi bir süre sonra serbest bırakılacak. Ya da siyasi denge için General Momçilo Perişiç, Sırbistanlı eski devlet güvenlik şefleri Yovitsa Stanişiç ve Franko Simatoviç, eski Bosna Sırp Cumhuriyeti Başbakanı Goyko Kliçkoviç gibi beraat edecekler. Ancak bazıları mahkemeye dahi gelmeyecek, zaten hiçbir zaman savcılık iddianamesiyle yöneltilmiş suçlamayla da karşılaşmayacaklar. 

Savcılık İddianamesine Girmeyenler

24 Mart 2016 aynı zamanda Miloşeviç Rejimine karşı NATO bombardımanın başlatılmasının 17. yıldönümüydü. Müdahale Kosova’daki katliamları durdurmuş, Miloşeviç rejiminin sonunu getirmiş ve aynı zamanda uluslararası hukuk ve siyasette etkileri bugüne dek uzanan bir dizi radikal değişim ve dönüşümü de başlatmıştı. Karaciç’in savunmasında yer alan bir takım ayrıntılar değişim ve dönüşüm meselesini az da olsa aydınlatmaktadır. Karaciç’in iddia ve açıklamaları, sadece bir dönemi anlamak için değil bugün olanı da kavramak bakımından ciddi veriler barındırıyordu.

Bu noktada önceliği 13 yıl boyunca yakalanamamasına vermek gerekir. Bunu yakalanmasından yargılanmasının başlamasına dek geçen 2 yıllık zaman dilimi izler. ICTY’ın eski sözcüsü ve gazeteci Florence Hartmann’ın Sırbistan- Blic gazetesine 2008 Ağustos’unda yaptığı açıklamayı önemlidir. Hartmann, Karaciç’in tutuklanmasına birkaç sefer Fransa’nın eski Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın, bir sefer de ABD’nin eski Devlet Başkanı Bill Clinton’ın bizzat engel olduğunu söylüyordu. Bu arada Florence Hartmann, Bosna soykırımını deşifre eden gizli belgeleri yayınladığı için Karaciç’in davasını izlemek üzere gittiği Lahey'de tutuklandı.[2] ICTY’ın o dönemki sözcüsü, İngiltere’nin de Karaciç’in yargılanmasını engellemek isteyen devletlerden olduğunu dile getirmişti. Demek ki bu güçler yargılama dışı tutulmasının artık bölgenin geleceği açısından sorun yaratacağı konusunda fikir birliğine ulaştığı için ya da belki eski önemini kaybettiği için Karaciç’in 13 yıllık sefahat dönemi sona erdi. Nitekim dünyanın “en çok aranan adamı”, ilk bakılacak yer olan Sırbistan’da bir belediye otobüsünde ele geçirilmişti. “Kaçak” hayatının en azından son beş yılını alternatif tıp kliniklerinde çalışarak, onlarca seminere katılarak, “Sağlıklı Hayat” dergisine makaleler yazarak yaşamıştı. Kaçak hayatının ilk iki yılında ise Pale’de[3] NATO Kuvvetleri’nin gözü önündeydi. Sadece bu kısım bile gerek Karaciç’in Holbrooke ile “yargılanmama” anlaşması olduğu iddiasını gerekse de Miloşeviç’in dönemin dünya liderlerinin kendisine verdiği destek ve onay ile ilgili açıklamalarını inandırıcı kılıyor.  

Yargılanması dört yıl boyunca süren ve geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını yitirdiği için suçluluğu mahkemece kayıtlara geçirilemeyen Sırbistan lideri Slobodan Miloşeviç gibi Karaciç’in de davayı politize etmek niyeti taşıdığına şüphe yok. Miloşeviç’in dönemin dünya liderlerinin tanık olarak dinlenmesi talebi gibi Karaciç de ABD’li diplomat Richard Holbrooke ile Temmuz 1996’da kendisine yargı dokunulmazlığı garantisi veren bir anlaşma yaptıklarını iddia etti. Bu iddiaya göre yargılanmaması için Karaciç’in kamu görevini terk etmesi ve ortalarda görünmemesi yeterli olacaktı.[4]

Karaciç’in savunmasında ön plana çıkan ve “dünyanın nasıl yönetildiği” sorusuna çarpıcı açıklamalar getirecek türden iddiaları arasında, Batı ülkelerinin uzun bir zaman öncesinde Yugoslavya’nın parçalanışını ve Bosna Savaşı’nı planladığı da bulunuyor. Bu iddiayı destekleyen pek çok açıklama ve sonradan ortaya çıkan gizli belge ya da görüşmeler olmasına rağmen mahkeme elbette Karaciç’in savunmasının Batılı ülkeleri suçlayan yönlerine girmedi. Ancak bu iddiaların yargılamanın bir parçasını oluşturmayacak olması, Karaciç davasının kimlerin hangi planlarla ülkeleri savaşa, insanları yok oluşa sürüklediğinin anlaşılmasına katkı sağlamasını engellemeyecektir.

Yıllar Öncesinden Planlanan Savaş

Karaciç, Yugoslavya’nın parçalanışının Batı’da planlandığını söylerken sadece bir devletin yok edilmesinin planlandığı kısmına vurgu yaptı ama bu planda başat rolün Sırpların kışkırtılmış milliyetçiliğine verildiğinden, Makedonya ve Bosna-Hersek’in de gözden çıkarıldığından bahsetmedi. 26 Ekim 1990 tarihli Newsweek'te yayınlanan "2000 Yılında Avrupa" olarak isimlendirilen harita, “20. yüzyılın bu son on yılında, Avrupa yeni bir görünüm alacak. Yeni devletler doğacak, eski sınırlar kayacak, yeni bölgesel gruplaşmalar oluşacak” haberiyle yayınlanmıştı ve Karaciç’in iddiasının basına yansımış bir kanıtıydı. İddialara göre harita CIA kaynaklıydı ancak her nasılsa Miloşeviç’in “Büyük Sırbistan” planıyla tam olarak örtüşüyordu. Newsweek’in aynı özel haberi şöyle devam ediyordu: “Kimse Yeni Avrupa'nın şeklini tam olarak bilemez. Ama değişikliğin acılı ve korkulu olacağı kesin. Bu işlemi yönlendirmek, yeni Avrupa düzeninin yapılarını kurmaya başlamak için 34 milletin lideri bu hafta Paris'te bir araya geliyorlar." Sırpların harekete geçmesinden yıllar öncesinde savaş ile çizilmek istenen sınırlar resmedilmişti. Dolayısıyla Karaciç’in “Bosna savaşı, bazı ülkelerin emperyalist hedeflerine ulaşmak ve kendi askeri ittifaklarını hayata geçirmek için küçük bir halkı nasıl suiistimal edebildiklerinin göstergesidir"[5] sözleri, tam anlamıyla gerçeği yansıtıyor. Bu gerçek sadece Balkanları değil dünyanın Balkanlaşmaya müsait diğer bölgelerini de bağlıyor.

http://www.21yyte.org/assets/uploads/images/Massacre-in-Bosnia-Herzegovina17.14.jpg

Karaciç, 2 Mart 2010’daki savunmasında, köktendinci Boşnakların Amerika’nın desteğiyle bir İslam devleti kurmaya çalıştığını öne sürmüştü. Halbuki savaş boyunca ortaya çıkan bilgiler derlendiğinde, ABD’nin son dakikaya kadar Sırplara işlerini bitirmeleri için zaman kazandırdığını gösteriyor. İngiliz The Guardian gazetesi, 17 Ağustos 1992 tarihli nüshasında, ABD’nin Sırpların Boşnaklara yaptıkları zulüm ve vahşeti, toplama kamplarını Haziran’da (1992) öğrendiğini; ABD istihbarat örgütlerinin raporlarında, Sırpların Müslüman Boşnak ve Hırvatlara zulmederek binlercesini öldürdüklerine yer verdiklerini ancak ABD yönetiminin bunları açıklamadığı haberine yer veriyordu. 1992 tarihli bu haberin üzerine Srebrenitsa’daki soykırımın 1995’te gerçekleştiği hatırlatmasının eklenmesi gerekir.

Karaciç, savunmasında ABD ve İran’ın Boşnaklara doğrudan silah yardımı yaptığına da yer verdi. Elbette savcılık makamı, “Rusya, Yunanistan, Romanya ve dolaylı olarak İsrail, Sırplara uygulanması gereken silah ve petrol ambargosunu delmeselerdi, Sırpların bu savaşı soykırıma vardıracak denli ileriye taşıması mümkün olmayacaktı.”[6] diyen bir karşı yanıt hazırlamadı. Ancak gerçek buydu. Aslında Sırplara verilen destek sadece silah ve mühimmat sevkinden ibaret değildi. ABD eski Başkanı Bill Clinton, Hayatım isimli kitabında,[7] dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Francois Mitterrand'ın Müslümanların liderliğinde kurulacak bir Bosna'yı istemediğini açık bir biçimde yazıyordu. Nitekim Mitterand’ın[8] Avrupa’nın kalbinde Müslüman bir ülkeye izin veremeyecekleri yönündeki açıklaması, Karaciç’in binlerce insanın işkenceyle öldürüldüğü bir savaşı neden “Kutsal Savaş” olarak nitelendirdiğini açıklıyor. Prof. Dr. Muhamed Filipoviç de dönemi özetlerken Mitterrand'ın Boşnakların göç ettirilmesine, Sırplar ve Hırvatlar tarafından öldürülüyor olmalarına ses çıkarmadığını ve geride kalan Boşnakların da, devleti ve kurumlarını kontrol edemeyecek şekilde Bosna’nın belli bir toprak parçasına itilmesini onayladığını ifade etmektedir.[9] Nitekim günümüzde Boşnaklar Bosna’da bu duruma getirildi.

Washington'da askerî konularda araştırma yapan BASIC adlı kuruluş tarafından yayımlanan bir raporda,[10] çeşitli kaynak, belge ve New York'taki Birleşmiş Milletler Merkezine çekilen kriptolara dayanılarak "Srebrenitsa katliamının Fransa'nın tutumu sonucu yaşandığı" görüşü savunulmuştu. Chirac, soykırımın başlıca sorumlusu olarak gösteriliyordu. BM Güvenlik Konseyi’nin 24 Mayıs 1995 tarihli gizli oturumunda Bosna’da güvenli bölge ilan edilen Srebrenitsa, Zepa ve Gorazde’nin Sırplara karşı artık savunulmaması görüşünü ortaya atan BM Barış Gücü Komutanı General Bernard Janvier de Fransız idi ve Fransa’yı temsil ediyordu.  BASIC’in raporunda, 11 Temmuz 1995’de, Lahey’de gizli bir toplantı yapıldığı ve BM Barış Gücü’nde görevli Hollandalı subayların Sırpların kısa süre içerisinde Srebrenitsa başta olmak üzere bölgeye saldırıya hazırlandıklarını ilettikleri, General Janvier’in Paris’ten bir telefon aldıktan sonra Mladiç’in kenti ele geçirmeyi planlamadığını ve NATO müdahalesine gerek olmadığını bir kez daha söylediği de yer alıyor. Raporda bahsi geçen o Paris kaynaklı telefon görüşmesinden sadece 16 saat sonra Srebrenitsa Sırpların eline geçmişti.

Srebrenitsa, Bosna’daki mezalimin son noktasıydı, öncesinde ise Batı’ya yapılan yüzlerce müdahale çağrısı ve yine çağrılara kayıtsız kalanlar vardı. Bosna-Hersek Cumhurbaşkanı Alija İzzetbegoviç’in 5 Aralık 1994 günü AGİT zirvesinde yaptığı konuşmada açık bir şekilde  “BM ve NATO güçlerince temsil edilen dünya, tek bir kenti bile koruyamıyor.” diyor ve  “Bihaç bölgesine yiyecek ve insani yardım taşıyan konvoyların geçişi yasaklandı. Fransız taburu, saldırıdan hemen önce bölgeyi terk etti.” sözlerini ekliyordu.[11] Aynı konuşma ile Paris ve Londra’nın Sırbistan’ın hamileri gibi davrandıkları; Güvenlik Konseyi’ni ve NATO’yu bloke ettikleri, Sırp saldırısını durdurmak için alınabilecek herhangi bir önlemi engelledikleri ifadeleri de kayıtlara geçmiş oldu.

Sonuç Yerine

Dönemin bazı liderlerinin sorumluluğunun ispatlanması, Karaciç’in suçluluğunun ispatlanmasından daha zor değil. Sadece adaletin sağlanmasının geciktirilmesi ya da önlenmesi değil suçun işlenmesi aşamasında da bazı üçüncü ülkelerin desteğinin olduğu bilinen gerçeklerdendir. Ne var ki, Batılı liderlerin yargılanmaları hatta mahkemede tanık olarak ifadelerine başvurulması imkansız. Srebrenitsa Anneleri’nin Hollandalı BM askerlerinin Boşnakları Mladiç'e teslim ederek soykırımı önleme yükümlülüğünü ihlal ettiği gerekçesiyle açtıkları dava, Hollanda mahkemesince “uluslararası hukuk pratiğinde BM'nin dokunulmazlığı ölçüttür” gerekçesiyle usulden reddedilmişti. Devletlerin BM gücüne katılımını engelleyeceği endişesi ihmallere ve bazen belgeleriyle ortada olan suçlara yok muamelesi yapılmasına neden oluyor. Ancak ICTY gibi ad-hoc/özel mahkemeler hiç değilse bireylerin sorumluluklarını ortaya koymak ve cezalandırılmasını sağlamak bakımından önemli.

Karaciç, Saraybosna'nın 43 ay süren kuşatılması sırasında 12 bin kişinin öldüğü bombalamanın emrini vermek ve Srebrenitsa’da 8 bin Bosnalı erkeğin öldürüldüğü soykırımı düzenlemekle suçlandı. Hakkında hazırlanan iddianamede 1992-1995 arasında işlenmiş iki adet soykırım, beş adet insanlık suçu ve dört adet de savaş yasa ve geleneklerini ihlal iddiası yer aldı. Mahkemeye 72 bin 634 belge delil olarak sunuldu.[12] Ancak sonuçta suçun büyüklüğüyle örtüşmeyen bir ceza aldı. Aynı mahkeme üst düzey komutanlar dahil 5 suçluya Srebrenitsa’da işledikleri suçlar nedeniyle ömür boyu hapis cezası vermişti. Amacının Bosna Hersek'te Müslüman ve Hırvat nüfusu tamamen ortadan kaldırmak olduğu ve tüm stratejik operasyonel emirleri bizzat verdiği Savcılık iddianamesinde vurgulanan Karaciç için ise 40 yıl mahkûmiyete hükmedildi…  

Karaciç ölüm getiren ordunun başındaydı. Neden binlerce kadın ve erkeğin ölüm emrini verdiğinin, neden tecavüz timleri oluşturup burada 6-7 yaşındaki çocuklara bile kıyılabileceği emri verdiğinin, işkence ve ölüm yöntemlerinde bu denli canavarca bir yaratıcılığı nasıl gösterebildiğinin, hangi ruh haliyle 80 yeni işkence metodu icat edebildiklerinin yanıtlarına bu dava ile ulaşmak mümkün olmadı. Karaciç’in "Yugoslavya'nın parçalanması ve Bosna Savaşı, ben daha siyasete atılmadan önce büyük güçlerce planlanmış. Askeri güç ve istihbarat imkânlarını kullanarak bu olayların fitilini ateşlediler" sözleri tamamen gerçeği yansıtıyor. Ama savunmasında neden böylesi planların bir parçası olduğunun yanıtı bulunmuyor.

Bir yanda tüm dünya televizyonlarının önünde açıkça ve pervasızca işlenen soykırımın gizli olmaması gereken belgelerini açıklamaktan tutuklanan Hartmann bir yanda Miloşeviç davasında elde edilen ve kullanılan delilleri Adalet Divanı’ndaki Bosna Hersek v. Sırbistan Davası’nda kullanamayan Savcı Carla Del Ponte bir yanda da suçluluğu sabit görüldüğü halde orantısız bir cezaya mahkum edilen Karaciç… Sonuçta ne Karaciç “Kutsal Savaş” söyleminden ne de Bosnalı Sırplar onu kahraman olarak görmekten vazgeçti…

 


[1] Nürnberg Yargılamaları için Uluslararası Askerî Mahkeme (IMT), 8 Ağustos 1945’te ABD, İngiltere, Fransa ve Sovyetler Birliği’nden atanan yargıçlardan oluşturuldu. 6 Ekim 1945’te IMT’nin dört başsavcısı önde gelen 24 Nazi yetkilisi hakkındaki iddianameyi sundu. 1 Ekim 1946’da Mahkeme kararını açıkladı. Oniki sanık ölüm cezasına çarptırıldı; üç kişiye ömür boyu hapis cezası verildi; dört kişiye 10–20 yıl arasında hapis cezaları verildi; üç sanık beraat etti.

[2]Florence Hartmann Lahey'de yaka paça tutuklandı, http://www.ajanshaber.com/fransiz-gazeteci-laheyde-yaka-paca-tutuklandi-haberi/343679, 28 Mart 2016

[3] Pale, Bosna-Hersek’in başkenti Saraybosna’nın (Sarajevo) 15 km doğusunda, Bosnalı Sırpların 1992-1995 yılları arasındaki savaş sırasında karargâh olarak kullandıkları şehirdir.

[4] Richard Holbrooke, 1995’te Bosna-Hersek’teki savaşı sona erdiren Dayton Barış Anlaşmasına aracılık da eden eski ABD elçisidir. Karaciç’in iddialarını reddetmektedir. Karaciç’in dokunulmazlık anlaşmasını ileri sürerek hakkındaki tüm suçlamaların düşürülmesi talebi, mahkeme savcılarının böylesi bir anlaşmanın var olması halinde dahi bunun mahkeme huzurunda yasal olarak bağlayıcı olmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. (18 Haziran 2009) BM savaş suçları mahkemesinin temyiz mahkemesi de kararı 13 Ekim 2009’da onaylamıştır.

[5] Radovan Karaciç’in Ağustos 2009 tarihinde AFP ajansının yazılı sorularına verdiği yanıtlardan.

[6] Türkiye’nin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun 1993 Mart’ında İzlenim dergisinde, muhtemel bir stratejik İslami hattın oluşmasına karşı önlem alan güçlerin dile getirildiği bir makalede şu ifadeler dikkati çekiyor: “Yunanistan'ın Sırbistan'a birleşme tekliflerine kadar varan açık desteği, İsrail'in Hindistan ve eski Yugoslav Cumhuriyetleri'ndeki etnik temizlik hareketlerine sağladığı lojistik ve istihbarat desteği, Türkiye'deki Yahudi lobisinin Ermenistan ile ilişkileri artırmak için gösterdiği yoğun çaba, İsrail ile Singapur arasında gittikçe yoğunlaşan ilişkiler bu açıdan tutarlı ve anlamlı gelişmelerdir..." http://terorunperdearkasi.blogspot.com.tr/2007/11/gladio-yaps-ve-tarihteki-benzerleri.html, (Davutoğlu, derginin Yayın Kurulu’nda yer almaktaydı. İzlenim dergisi hakkında bkz. http://www.dunyabizim.com/dergi/6873/13-sayi-suren-muthis-donem; http://www.dunyabizim.com/dergi/6806/aktuel-ve-entelektuel-bir-dergi-idi)

[7] Bill Clinton, Hayatım (My Life), ( çev. A. Cevat Akkoyunlu), Doğan Yay,  İstanbul 2005

[8] Mitterand, gerçekten de Körfez Krizi sırasında gösterdiği hassasiyeti ve insancıllığı(!), Bosna-Hersek’te ve Azerbaycan'ın Karabağ bölgesindeki Ermenistan işgali konusunda göstermemiştir.

[9] Bir Savaşın Anatomisi: Bosna-Hersek, TRT, 2007 (Senaryo yazarı ve danışman: Erhan Türbedar; Prodüktör: Ahmet Sabuncu)

[10] Raporun diğer ayrıntıları için bkz. TBMM 22. Dönem, 116. Birleşim, 1. Oturum (23 Haziran 2005)

[11] Alija İzzetbegoviç, Konuşmalar, Klasik yay., s. 189- 190

[12] Saraybosna'nın işgali dahil, 44 aylık dönemde yaşananlarla ilgili 938 bin 585 sayfalık dosyada 72 bin 634 adet belge bulunuyor.

 

Yorumlar