Kıbrıs'ta Bir "One Munite" Zamanı

04 Temmuz 2017 19:08
“ Gaziantep Bağımsız Milletvekili Prof. Dr. Ümit Özdağ:“One munite” tam da burada gerekir! Derhal o masadan kalkın.  Bu koşullar altında Türkiye’nin masada daha fazla oyalanması yanlıştır. „
Kıbrısta Bir One Munite Zamanı

Gaziantep Bağımsız Milletvekili Prof. Dr. Ümit Özdağ, Meclis'te düzenlediği basın toplantısında, gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. Yunanistan Sahil Güvenlik botlarından Türk bayraklı kuru yük gemisine ateş açılmasına ilişkin Özdağ, "Bu açıkça Türk gemisine saldırı değil uluslararası suları da Yunan kara suyu görme girişimi.  Esasen Binali Yıldırım'ın Atina seyahati sırasında 'her iki tarafta hava sahası ihlali yapıyor' şeklindeki Yunan saldırganlığının üstünü örten açıklaması Yunanlıları sadece cesaretlendirmiş oldu bunu gördük" diye konuştu.

Özdağ’ın açıklamaları şu şekilde:

GÜVENLİK VE GARANTİ KONULARINI GÖRÜŞMEK AMACI İLE İSVİÇRE’YE GİTMEYİ KABUL ETMESİ DAHİ ERDOĞAN VE AKP HÜKÜMETİ’NİN VERMİŞ OLDUĞU BÜYÜK BİR TAVİZDİR”

İsviçre Crans Montana’da devam eden Kıbrıs Müzakereleri Türkiye aleyhine gelişmektedirDışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu yaptığı açıklamalar ile gerçekleri gizlemekte, Türk kamuoyunu yanıltmakta, sanki taviz verilmeyen bir tavır sergiler görülmektedir. Oysa Türkiye’nin Güvenlik ve Garanti konularını görüşmek amacı ile İsviçre’ye gitmeyi kabul etmesi dahi Erdoğan ve AKP Hükümeti’nin vermiş olduğu büyük bir tavizdir.

Türkiye doğrudan Erdoğan’ın çok net açıklaması ile belirlediği kırmızı noktaları bu zirveye gitmeyi kabul etmekle zaten çiğnemiştir. Çünkü Erdoğan’ın “olmazsa olmaz” dediği hususlar aslında olmamıştır, hatta Rum tarafı bunları tartışmayı dahi reddetmiştir.

AKINCI-ANASTASİADİS MÜZAKERELERİ KIBRIS TÜRKÜ’NÜN ADA’DAKİ VARLIĞINI TEHLİKEYE ATAN BİR YAPIDADIR”

Kısa bir zaman içinde bir çerçeve anlaşma çıkarılması hedefleniyor. Halbuki ortadaki tablo, Akıncı-Anastasiadis müzakerelerinin Kıbrıs Türkü’nün Ada’daki varlığını tehlikeye atan, Ada’yı hızlıca Rum yerleşimine açan ve hatta AB üyesi olması nedeniyle Yunan yerleşimine de açan bir yapıdadır. Türklerin masaya oturmasındaki yegâne neden atıldıkları devletteki haklarını geri almaktır. Ancak bu fikirle müzakerelere giren Akıncı’nın yönetimdeki etkin katılım hakkından ve bu konuda yıllarca oluşmuş ilkelerden vazgeçtiği görülüyor. Bunca tavize rağmen hala daha Rum tarafı memnun edilememiştir; hala daha Türk tarafı tavize zorlanmaktadır.

CENEVRE’YE TÜRKİYE’NİN HEYET GÖNDERMESİ BAŞLI BAŞINA ZAAFTIR, HATADIR, MAĞLUBİYETTİR”

Rum tarafı kısa bir süre önce aldığı Enosis kararı krizinde geri adım atmamıştır. Türkiye’nin de söz sahibi olduğu Doğu Akdeniz’deki Rum enerji tasarrufları/tecavüzleri sürmektedir ve bunlara ek olarak güya Güvenlik ve Garantiler başlığının “ön şart” olması kabul edilmemiştir. Üstelik gerçekte henüz Garantörlük meselesini konuşacak kadar ilerleme sağlanmamışken Cenevre’ye Türkiye’nin heyet göndermesi başlı başına zaaftır, hatadır, mağlubiyettir.

“ERDOĞAN’IN MASAYA OTURMAYI KABUL ETMESİNİN NEDENİ 16 NİSAN’DA GERÇEKLEŞEN KİRLİ REFERANDUMDAN SONRA BATI DÜNYASINDA MEŞRULUK ARAYIŞI İÇİNDE OLMASIDIR”

Gerçekte Güvenlik ve Garantiler başlığının tüm diğer hususlarda tam uzlaşı sağlanmasından sonra tartışmaya açılması gerekiyordu. Aynı şekilde toprak ve harita konusu da ortaya bir uzlaşı planının çıkacağı kesinleştikten sonra görüşülmeliydi. İşin doğası ve bugüne dek izlenen müzakere tekniği bunu gerektiriyor. Ancak müzakereler biraz acemice yürütüldüğü için Yönetim ve Güç Paylaşımı gibi iki toplumun –iki ayrı milletin- bir çatı altında yaşama formülünü düzenleyen en önemli konular başta olmak üzere pek çok hususta uzlaşı sağlanamamasına rağmen Erdoğan ve Çavuşoğlu masaya oturmayı kabul etmiştir.  Erdoğan’ın masaya oturmayı kabul etmesinin nedeni 16 Nisan’da gerçekleşen Kirli Referandumdan sonra Batı dünyasında meşruluk arayışı içinde olmasıdır. Erdoğan, ABD ve AB’nin başkanlığını onaylayarak meşruluğunu sağlamak için Kıbrıs’ta kötü bir anlaşmaya imza atabilir.   

Öte yandan KKTC Cumhurbaşkanı’nın bir şekilde ayak uydurduğu Rum oyunları Türkiye’yi uluslararası platformda zora sokmak, baskı altına almak ve bir anlaşma planı ortaya konulmamasına rağmen Kıbrıs’ı ve Kıbrıs’taki haklarını terke zorlamak üzerine kurgulanmıştır.

“KAMUOYUNA TAM AÇIKLANMAYAN BİR TAKIM ANLAŞMA NOKTALARI GÜVENLİK VE GARANTİLER TARTIŞMASI İLE MASKELENMEKTEDİR”

Bir kez büyük bir taviz vererek güvenlik ve Türkiye’nin garantörlüğünü tartışmaya açmayı kabul ederek masaya oturduktan sonra Türk tarafının görünürdeki itirazına rağmen Güvenlik ve Garantiler başlığı zirvenin odak noktası oldu. Rum tarafı adadan asker çekilmesi konusunda ısrarlıdır. Türkiye kenara çekilirse Türk ve Rumlar bir arada yaşayacakmış gibi bir sahne oluşturuldu. Halbuki müzakere masasından ortaya dökülenler liderler düzeyinde de uzlaşmazlık konularının yaşamsal önemdeki düzenlemeleri de kapsadığıdır. Üstelik Kıbrıs Türkünün sonuçta kabul etmeyeceği kesin olan bir plan ilerleyişi olduğu da görülmektedir. Bu aşamada iki şey yapılmaktadır: Birincisi kamuoyuna tam açıklanmayan bir takım anlaşma noktaları Güvenlik ve Garantiler tartışması ile maskelenmektedir. İkincisi de Türkiye’nin uluslararası anlaşma güvencesindeki hak ve sorumluluklarında ne kadar geriye gidebileceği, ne kadar esneyeceği ölçülmekte ve dere henüz görünmüyorken Türkiye’nin olmayan bir şey için pazarlık kozları görülmek istenmektedir. Bu iki hususa müzakere masasından sızdırılan bilgilerle Türkiye ve KKTC kamuoyunun olası tepkilerinin ölçülmesini de eklemek gerekir.

PLANIN TÜM AB ÜYESİ ÜLKELERİN PARLAMENTOLARINDA ONAYLANMASI GEREKMEKTEDİR”

Güvenlik ve Garantiler Başlığı ön plana alınmakla Akıncı’nın kabul edilmesi mümkün olmayan toprak teklifi, iki kesimliliği yok etmeye razı oluşu, deregasyonları korumayışı, egemenliğin eşit paylaşımından vazgeçişi, insan haklarına aykırı şekilde Türk nüfusuna kısıtlama getirilişini sessizlikle mümkün hale getirmesi gölgelenmektedir. Üstelik elde edildiği zannedilen aslında daha doğrusu Denktaş’ın müzakerecilik mirasından geriye kalabilen koruyucu hükümler de muhtemel anlaşma planı AB Birincil Hukuku olarak kabul edilmediği müddetçe uygulamada tehdit altında olacaktır. Bunun için planın tüm AB üyesi ülkelerin parlamentolarında onaylanması ve ancak bundan sonra referanduma sunulup sonuca göre de yürürlüğe konulması gerekir.

“1960 ANAYASASI’NDA TANINMIŞ HAKLARIN GERİSİNE DÜŞEN BİR HUSUSUN PAZARLIĞI YAPILMAKTADIR”

Bu hususların hiç biri Türk halkı tarafından kabul edilmeyecektir. Esasen yaptığı açıklamalara bakılırsa Akıncı da bunlara Rum tarafına göre farklı anlamlar yüklemektedir. Ama son noktaya bakılırsa kendi halkına meseleyi “Dönüşümlü Başkanlık” seçeneğini Rum tarafına kabul ettirebilmek için yaptığı pazarlıklar olarak izah etmektedir. Ne var ki Cenevre’de yeniden altı çizildiği için görüyoruz ki burada da eşit ortaklıktan uzaklaşılmıştır. Rum tarafının dört dönem, Türk tarafının bir dönem Başkanlık yapması gibi saçma ve 1960 Anayasası’nda tanınmış hakların gerisine düşen bir hususun pazarlığı yapılmaktadır.

Üstelik elde edilecek söz Başkanlığın aslında yönetime eşit ve etkin katılımı sağlamayacağı, veto hakkının dahi olmadığı gizlenmektedir. Artık acemilikten mi yoksa Türkiye’nin Garantörlüğü tartışmak üzere masaya oturmaya zorlanmasına eşlik etmeyi tercih etmekten midir bilinmez ama sonuçta çıkmaza girmiş müzakereler allanıp pullanıp yeniden gündeme taşındı.

“BU AKP HÜKÜMETİNİN BİR KEZ DAHA “ALDATILDIĞI” ANLAMINA GELİYOR”

Dış İşleri Bakanı Çavuşoğlu çok net şekilde bunun son zirve olacağını, sonuç çıkmazsa da artık müzakere döneminin kapanacağını söyledi. Ne var ki BM Kıbrıs Temsilcisi Eidi’nin  “Son olmayabilir, olmazsa bir sonraki konferansta devam ederiz” yönündeki açıklaması farklı bir anlama geliyor. Bu AKP Hükümetinin bir kez daha “aldatıldığı” anlamına geliyor. Evet, Eidi “Nihai Konferans” açıklamasından dönmekle BM’nin itibarını ve sürecin güvenilirliğini riske atıyor ama Türkiye’nin itibarı da yazılı olmayan açıklamalara dayanılarak yapılan kesin açıklamalar nedeniyle zedeleniyor.

“RUM-YUNAN TARAFI TÜRKİYE’NİN NEREYE KADAR GERİ ÇEKİLECEĞİNİ ÖLÇMEYE ÇALIŞIYOR”

Rum-Yunan tarafı Türkiye’nin nereye kadar geri çekileceğini ölçmeye çalışıyor. Aynısını Mont Pelerin’deki Zirve’de de yapmış ve sunulan önerilere rağmen son dakikada  “zaman isteyerek” masadan kaçmışlardı. Burada önemli olan şudur ki her yeni birleşime bir öncekinden biraz daha fazlasını isteyerek geliyorlar. Yeter artık! AKP Hükümeti Annan Planı sürecinde de “B planını devreye sokarız” demişti, referandum geçti aynı söz söylendi, 2008’de başlayan görüşmelerde aynısı söylendi, 2012’de süreç çökerken aynısı söylendi, müzakereler yeniden başlarken aynısı söylendi… Bu söz inandırıcılığını kaybediyor artık. Neyse bu B Planı, devreye acilen sokulmalı… Ada’ya su taşımak bunun bir parçasıydıysa artık devamı getirilmeli. Çünkü Eidi’nin Çavuşoğlu’nu yalanlarcasına “son olmayabilir” demesi sürecin ucunun sonsuza dek açık olduğu anlamına gelir. Rum tarafını anlaşmaya zorlayan tek bir şey dahi yok. Böyle bir durumda da alabildiğinin daha da fazlasını almak için yeni süreçlere dek müzakereleri uzatacağı açıktır.

“TÜRKİYE KIBRIS’I BIRAKAMAZ. AKP HÜKÜMETİ’NİN DE BÖYLE BİR LÜKSÜ BULUNMAMAKTADIR”

Gelelim Garanti ve İttifak Anlaşması üzerindeki oynamalara… Bu anlaşma uluslararası bir anlaşmadır, Türkiye kabul etmediği müddetçe hiçbir güç bu anlaşmada değişiklik yapamaz. Rum tarafı AB üyesi oldu, 50 bin Rus’a vatandaşlık verdi, nüfus ve bütçesinin çok üzerinde silahlandı, İsrail’le gizli askeri tatbikat yaptı, petrol ve doğalgaz aramak üzere Türkiye’nin de söz sahibi olduğu alanları kendi karasularıymış gibi lanse etmeye çalıştı ama Garantörlük meselesini yok sayan bir tutuma giremedi. Oyunlarla da olsa Türkiye’nin olduğu bir masaya oturmak için iştahla çalıştı. Türkiye’nin imzası olmadan da o anlaşmada en ufak bir değişiklik yapılması mümkün değildir. Türkiye de tüm küresel ve bölgesel güçlerin üzerinde ya da yakınlarında üs açabilmek için yarıştığı, kendilerine müdahale gerekçesi oluşturabilmek adına oyunlar oynadığı Kıbrıs’ı bırakacak değildir. Bırakamaz. AKP Hükümeti’nin de böyle bir lüksü bulunmamaktadır.

“TÜRK HEYETİ DERHAL MÜZAKERELERİ TERK ETMELİ VE ŞU B PLANI NEYSE RESMEN DEVREYE SOKMALIDIR”

Dışişleri Bakanlığınca önce yalanlandıysa da sonraki gün ayrıntıları basınla paylaşılan önerilere gelirsek asker çekmekle ilgili önerinin Annan Planı’nın dahi gerisinde olduğunun altını çizmeliyiz. Açık ve net söyleyelim ki Annan Planı bizim için, Kıbrıs Türkü için bir başlangıç noktası değildir. 2004’te çöpe gitmiş bir metindir. Ama orada 14 yıla yayılmış bir asker çekilmesi işinin şimdi 12 yılda yapılmasının Türkiye tarafından önerilmesi ise akıl alır gibi değil. Açıktır ki Rum tarafı şimdi de 12 yılın altına çekmeye çalışacaktır. Hele ki bu çekilme için bir İzleme Heyeti kurulmasının ve Türkiye üzerinde bir uluslararası denetim kurulmasının Türkiye tarafından önerilmesi kabul edilemez. Rum tarafı sunulan tüm önerilere rağmen hala daha “Sıfır asker sıfır Garanti” dayatması üzerinden pazarlığı imkânsızlaştırırken Türk heyeti derhal müzakereleri terk etmeli ve şu B Planı neyse resmen devreye sokmalıdır.

KIBRIS, TÜRKİYE’NİN NAMUSUDUR. BUNU KORUYUN”

Rum tarafının oyalama taktiği yürüttüğü açıktır. Güvenlik ve Garantiler Başlığı’nın KKTC ve Türkiye’nin tüm itirazlarına rağmen “ön koşul” yapıldığı görülüyor. Garantiler kadar önemli olan husus da ortaya bir plan çıkacaksa bunun işleyebilir, sürdürülebilir ve kalıcı olmasıdır. Hâlbuki mevcut süreçte Türklerin yönetime etkin katılımı engellenmiş, mülkiyet meselesi Türklerin hakları ve talepleri hiç dikkate alınmadan Rum isteklerine göre dizayn edilmiş, Türk nüfusun varlığını koruması için öngörülmüş tüm ilkeler bertaraf edilmiştir. Böyle bir plan Ada’yı hızla Rumlaştıracak, Türkleri yönetim bazında azınlık sınıfına sokacak, Türkleri sadece kuzeyde ve burada da dağınık küçük gettolara mahkûm edecektir. Yapmayın, bir Türk devletini yıkmayın. Yapmayın, dört yıl Rum, bir yıl Türk başkan olsun diye Garantörlüğü pazarlık konusu yapmayın. Yapmayın, hukuken var olan ve kazanılmış tüm haklar gitmiş; elinizde tek koz kalmış… Rumlar her şeyi istedikleri gibi düzenlemiş ve hala “Sıfır asker, sıfır garanti” diyorlar. İşte “One munite” tam da burada gerekir! Derhal o masadan kalkın.  Bu koşullar altında Türkiye’nin masada daha fazla oyalanması yanlıştır. Müzakere sürecine “devam edip etmeme” konusu,  KKTC’de referanduma sunulmalıdır. Gerçek halk iradesi ancak böyle anlaşılabilecektir. Doğu Akdeniz’deki egemenlik ihlalleri konusunda da müzakerelerin kılıf olarak kullanılmasının önüne geçilmeli, derhal Türkiye’nin egemenlik haklarını koruyacak önlemler alınmalıdır. Kıbrıs, Türkiye’nin namusudur. Bunu koruyun.

Yorumlar