Ersin Dedekoca Ersin Dedekoca @dedekocae

Arjantin İle Sınırlı Kalmayacak Bir Kriz

14 Eylül 2019
Arjantin İle Sınırlı Kalmayacak Bir Kriz

Ekonomik kriz denildiğinde akla hemen iki ülke geliyor: Arjantin ve Türkiye. 2018 Mayıs’ında yaygın “Arjantin ekonomisi çöktü, sırada Türkiye var!” başlıklı haber ve analizlerden (Die Welt, Bloomberg, Financial Times vb.) sonra Türkiye’nin, Arjantin ile aynı çevrim içinde görülmesi giderek güçlendi. Artık iki ülke “ekonomik çöküş” bağlamında birlikte anılır oldu.

Gelişen ülkelerin en kötü ekonomisi açık ara Arjantin. İkinci sırada da Türkiye gelmekte. Tüm bu benzeşimleri daha önce yine bu sütunlarda ele almış, ülkemiz adına dersler ortaya koymaya çalışmıştık.*

Bu kez de Arjantin, bu yılın Ekim sonunda yapılacak devlet başkanlığı seçimine katılacak adayları belirlemek için 11 Ağustos’ta yapılan ”ön seçimlerde” mevcut Devlet Başkanı Mauricio Macri’nin oyların yüzde 32'sini alarak “ikinci” olması ve bu “hezimetin” ardından Macri’nin yeni açıkladığı ekonomi paketiyle “kambiyo kontrolü” getirmesiyle yeniden gündeme yerleşti.

2000’LERDE ARJANTİN EKONOMİSİ

Arjantin 2000’li yıllara, yok olmaya yüz tutmuş tarım, çökmüş bir sanayi, yüzde 20 ile 40 arasında gezinen işsizlik ve yüzde 50’si yoksulluk sınırının altında yaşayan bir nüfus ile girmişti. 2008 ekonomik kriziyle birlikte, sıcak para ülkeyi hızla terk etmeye başlarken, ekonomik büyüme yerini önceki dönemlere oranla çok daha büyük bir durgunluğa bırakmıştı.

Sürece daha yakından baktığımızda, kriz sırasında, IMF yerine uluslararası kreditörlerle doğrudan masaya oturduğunu görmekteyiz. Ancak daha sonra, düşük-orta gelirli halk kesimleri lehine uyguladığı politikaların küresel fon yatırımcılarını rahatsız etmesiyle birlikte, Arjantin’in bu kez IMF’e yöneldiğini izlemekteyiz.

2014 yılında, dış borçlarının bir an önce faizi ile birlikte ödenmesinin talep edilmesi, Arjantin’in ikinci kez moratoryum ilan etmesine yol açmıştı. Böyle bir gelişme, Devlet Başkanı Kirchner döneminin sona ermesi ve IMF politikalarının tavizsiz uygulanmasını sağlayacak sağ görüşlü Mauricio Macri döneminin başlamasıyla sonuçlanmıştı.

2015 sonunda göreve gelen Macri, önceki Kirchner döneminden gerçek bir “ekonomik enkaz” devralmıştı. Popülist uygulamalarla teşvik ve sübvansiyonlara boğulmuş, alacaklıları ile kavgalı, ekonomik verilerin tahrif edildiği, katı kambiyo denetimleri uygulayan, kamu açıklarının yüzde 5’leri aştığı bir ekonomi! IMF tarafından “sahtekârlıkla” suçlanan bir ülke olmuştu. IMF analistleri, ülkenin açıkladığı enflâsyon oranı 11 civarında olmasına karşın, bunun gerçekte yüzde 25 olduğunu; aynı yalanın “büyüme” sayıları için de varit olduğunu söylüyorlardı.

Göreve geldikten sonra Macri ilk olarak kambiyo denetimlerini kaldırmış, ihracattaki vergileri düşürmüş, alacaklılar ile anlaşma yoluna gitmiş ve piyasa dostu reformist bir yaklaşım sergilemiştir. Geçtiğimiz yıl Arjantin’in $2.75 milyarlık 100 yıl vadeli tahvil ihracına da yoğun ilgi olmuştur. 10 yılık ABD tahvillerinin yüzde 3’lük kritik seviyeyi aşması ile gelişen piyasalardan fon çıkışlarını tetikleyen süreçte Arjantin, Türkiye ve Rusya ile birlikte en olumsuz etkilenen ülkelerden biri olmuştur.

2016 yılından bu yana yaşanan ekonomik sorunların temelinde ise, Arjantin’i “popülizm illetinden kurtarıp normal bir ülke” haline getireceğini vadederek 2015 sonunda yönetimi devralan Devlet Başkanı Mauricio Macri’nin, iddialı reform programını zamana yayarak, durumu idare etmeye çalışması, piyasaları oyalaması ve “yapısal reformları savsaklaması” yatmaktadır.

IMF İLE ANLAŞMA ve SONUÇLARI

2017’de bir kez daha IMF’nin kapısını çalan Arjantin, “kemer sıkma politikalarını” daha sertleştirmiştir. 8 Haziran 2018’de IMF, Arjantin'in talebiyle ülkeye 57.1 milyar Amerikan Doları ($) borç verilmesini öngören (IMF tarihinin en yüklü kredi anlaşması) 3 yıllık stand-by anlaşmasını onaylamıştır. IMF ile Arjantin arasında varılan anlaşma çerçevesinde Arjantin hükümetine, ilk aşamada yarısı bütçe desteği için kullanılmak üzere, 15 milyar $ finansman sağlanmıştır. Kalan 35 milyar $’lık kredi ise, 3 yıl içerisinde, IMF Yönetim Kurulu’nun her çeyrekte yapacağı değerlendirmelere tabi olmak kaydıyla serbest bırakılmaktadır.

IMF stand-by anlaşması öncesi Arjantin ekonomisi dibe doğru yeniden sürüklenmeye başlamasının nedenlerine de bu arada kısaca bakmak yararlı olacaktır. Neoliberal ekonomi ajandasına sıkıca bağlanan Macri, öncelikle uluslararası fonlara vergi muafiyetlerle işe başladı. “Enflâsyon hedeflemesini” birincil görev olarak benimseyerek, bu amaçla arka arkaya kamu harcamalarını daraltan ve sosyal harcamaları azaltan “kemer sıkma politikalarını” yürürlüğe soktu.

Kirschner’in başkanlığında, yoksulluk oranı ve açlık sınırında yaşayanların oranında sırasıyla yüzde 70 ve 80 oranlarında düşüş sağlanmıştı. Yine bu dönemde işsizlik oranında ve gelir dağılımında önemli ölçüde iyileşme sağlamıştı. Macri döneminde ise tüm bu veriler bir anda terse dönerken; kişi başı gelir azalmış, işsizlik yeniden 20’nin üzerine tırmanmış, kamu borcu ise yüzde 85İn üzerinde artış göstermiştir.

Keza yine Macri döneminde, enflâsyonu düşürmek, bu sayede ülkeye finans kapitali yeniden çekebilmek pahasına üstlenilen bu bedellere rağmen, günümüzde kısa vadeli faizler yüzde 30’lu seviyelerinden 75’e çıktı; 2013 yılında yüzde 10,5 olan enflâsyon oranı ise 47’ye fırladığı izlendi.

Sonuç olarak, ilk olarak IMF’nin kapısına ilk olarak 1958 yılında giden Arjantin’in 2018’deki IMF macerası da 22 yıllık deneyiminden farklı olmadı. Ekonomi çok kötü olunca, IMF kredisi de fayda göstermedi.

SON BİR AY İÇİNDE YAŞANANLAR

Arjantin'de, 27 Ekim'de yapılacak devlet başkanlığı seçimine katılacak adayları belirlemek için 11 Ağustos’ta yapılan ön seçimlerde, Devlet Başkanı Mauricio Macri oyların yüzde 32'sini aldı. Ön seçimdeki diğer aday Alberto Fernández ve yarışta kendisine destek veren ülkenin eski solcu ve popülist lider Cristina Fernández de Kirchner’in oy oranı ise, toplam oyların yüzde 47,7'sine ulaştı.

Ön seçim sonrasının ilk Pazartesi günü, ülkenin para birimi Peso (MXN) ve hisse senedi piyasaları son 18 yılın en büyük değer kaybını yaşadı. Piyasalardaki paniğin nedeni olarak analistlerce açıklanan görüşler, piyasa ekonomisi yanlısı siyasetçinin (Macri) tekrar seçilme şansının azalmasında birleşmektedir. Arjantin Pesosu’nun $ karşısındaki ilk günkü değer yüzde 30 civarındadır.

Arjantin hükümeti Peso’nun bu hızlı değer kaybetmesi karşısında “sermaye kontrolü” önlemleri aldı. Artık ihracat yapan şirketler dövizlerini Arjantin’e getirmek ve kazançlarını 5 gün içinde MXN’ya dönüştürmek zorundalar. Sermaye kontrolüyle yerel şirketler ve bankaların döviz alımı kısıtlanırken, kişilere ise aylık 10 bin $ sınırı konuldu. Düzenlemeye göre, ellerindeki dövizi bozduracak ve yurt dışına yapılan döviz aktarımlarında kullanacak bankalar ile ihracat yapan bütün şirketler, Arjantin Merkez Bankası’ndan (BCRA) izin almak zorunda kalacaklardır.

11 Ağustos’ta 19.6 olan USD/MXN paritesi, Eylül başında 20.15’e kadar sürekli yükselmiş olup, yazıyı hazırladığımız saatlerde 20.15 civarındaydı.

Arjantin’in bugün aldığı önlemler, bir tür yangın ortamında yapılan sınırlamalardır. Önlemlerin bize verdiği algı, ülkede bir şekilde sermaye kaçışı olduğudur. Sermayenin, devletin borçlarını ödeyebileceğine karşı inancı oldukça düşük. İç tasarruflar çok yetersiz ve Arjantin Peso’suna olan güven yok gibi. Bu “dalgalı döviz kuru” dediğimiz sistemde büyük döviz çıkışı olursa alınacak önlem, “faiz arttırmak” ya da “sürekli döviz satmak” ile sınırlıdır. Satabilecek döviz kalmadıysa ve “likidite tuzağı” içinde olduğunuz için faizi de artırmak artık bir anlam ifade etmiyorsa, “kambiyo sınırlaması”, iflas riskine karşı alınacak çok sınırlı tedbirlerden biri gibi durmaktadır.

ÜLKENİN İÇİNDE BULUNDUĞU SON DURUM

Arjantin’in son durumunun verdiği fotoğraf, ülke adım adım krize sürüklenirken, halkın yeniden sokaklarda olduğu şeklindedir. Sokaklar yine, neoliberal politikalara; bu politikaları uygulayan otokratik yönetime; krizin darboğazından finans kapitali kurtarmak için çalışanlardan sermayeye aktarılan kaynaklara karşı yükselen seslere ev sahipliği yapmaktadır.

Yaşanan bu süreç boyunca, ülkenin kronik hale gelmiş mali açığının azaltılması için kamu kuruluşlarına sübvansiyon sağlandı. Bu aktarmaların ana kaynaklarından biri de, artan vergi yükü ve devasa oranlara varan elektrik ve doğalgaz zamları olmaktadır. Ülkede, son bir yılda yoksulluk sınırının altında yaşayanların oranının yüzde 11 arttığı, 5 milyon nüfusun temel gıda ihtiyaçlarını karşılayamadığı ifade edilmektedir. Daha önce de belirttiğimiz gibi enflâsyon oranı da yüzde 55’lerde rekor kırmaktadır. Bir diğer anlatımla, neoliberal reçete Arjantin’i kriz öncesine götürmüş bulunmaktadır.

BU KRİZ ARJANTİN İLE SINIRLI KALMAZ

Arjantin’de derinleşen ekonomik krizin, gelişmekte olan ülkelere bulaşabileceğine dair endişeler her geçen gün artmaktadır. Göstergeler, Arjantin'in borç yapısı ve kırılganlıkları ile anılan gruptan negatif ayrıştığını ortaya koysa da, sonuçta bu tür ülkelerin ve özellikle Türkiye’nin benzer kırılganlıklar taşıdığı bilinen bir gerçektir.

Güney Amerika’nın bir zamanlar en büyük iki ekonomisinden biri olan Arjantin’de yaşananlara baktığımızda, Türkiye için hiç de uzak olmayan bir döngüyü karşımıza çıkarmaktadır. Aralarında mesafe uzaklığı olsa da, uygulanan neoliberal politikaların ülke ekonomisine ve yurttaşlarına ne ölçüde zarar verdiği, hangi yöntemlerle bunu gerçekleştirdiği, hemen hemen birebir benzerlik göstermektedir.

Diğer yandan, IMF aracılığı ve ülke siyasetçilerinin tercihi ile uygulanan neoliberal rejimin, kendi vaatlerini bile gerçekleştiremediği, yol açtığı “kriz döngülerinin” artık daha sıklaştığı, sistemin genel olarak derin bir krizde olduğu da yadsınamaz bir gerçek olarak durmaktadır.

Konuya Türkiye özelinde kısaca değinirsek, Ankara politika yapıcılarının şu ana kadar, yurtiçi siyasi çevre koşullarının uygun olmaması nedeniyle, IMF’ye giden bir ekonomi yönetimi görüntüsü vermemek için çeşitli manevralarla bunu ötelemiştir. Diğer yandan bunun yerine ikâme ettiği ciddi bir istikrar programı da uygulanmamaktadır. Böylesi bir yaklaşım ülkeye, sorunları alt edebilme bağlamında zaman kaybettirmekte ve sorunu derinleştirmektedir.

“Enflasyonla mücadele” ve “reel ekonominin tekrardan canlandırılması” üzerine gerçek bir istikrar programının uygulanması, Türkiye’de “inşaata dayalı rant rejimini” desteklemek uğruna göz ardı edilerek, ertelenmektedir. Spekülatif sermaye girişlerine dayandırılmış bu “sürdürülebilir olmayan büyüme” modeli dünyanın her yerinde oluşabilecek finansal krizlerden olumsuz olarak etkilenmekte olup, mevcut kırılganlık riskleri her geçen gün bir bir realize olmaktadır. Mevcut sistem, umut ve olumsuz haberlerin sürekli bastırılmasına dayalı bir spekülasyon algısı üzerinden çalışmaktadır.

Türkiye için bu krizden çıkışın programı, kuşkusuz “finansal spekülasyona” ve “konut inşaatının imar rantlarına” dayalı bir vurgun üzerinden kurgulanmayacaktır. Gerçek anlamda çağdaş bir yönetim anlayışıyle desteklenmiş, gereğinde kamu yatırımcılığının öncülüğünü çektiği bir yatırım hamlesi ve gelir dağılımını düzeltici bir gelir politikaları aracılığıyla “büyümede kalıcı bir niteliğe” ulaşıp, gerekli dönüşümü sağlayabilecektir.

Özün özü: Krizler bulaşıcıdır, sahip olduğu göreceli boyutlar, Türkiye’nin Arjantin olmasını önlemez…

(*): Ekonomik krizlerin çevrelediği iki ülke: Arjantin ve Türkiye, Aydınlık.com.,14.09.2018

Yorumlar