Şanlı Bahadır Koç Şanlı Bahadır Koç

"Gücün Şöhreti Güçtür": ABD'nin Azalan İnandırıcılığı ve Zayıflayan Gölgesi

07 Ekim 2016
Gücün Şöhreti Güçtür: ABDnin Azalan İnandırıcılığı ve Zayıflayan Gölgesi

            "Gücün şöhreti güçtür." 

                                         Thomas Hobbes

 

“Siyasette, özellikle uluslararası siyasette karşı tarafın sizin elinizi ve ne yapacağınızı hiçbir zaman tam bilmemesi gerekir” sözü her zaman doğru olmayabilir, çünkü kolaylıkla bunun istisnası olabilecek örnekler bulunabilir. Ama Barack Obama gibi elinizi karşı tarafa (mesela Suriye konusunda Rusya’ya) sonuna kadar açarsanız bunun optimal altı sonuçlar yaratacağını öngörmek için Henry Kissinger olmak gerekmiyor. Obama Suriye’de askeri olarak müdahil olmak istemediğini, aslında Beşar Esad’ın devrilmesini istemediğini, Rusya ile çatışmaya girmekten kaçındığını, tarihe büyük bir başarı olarak geçeceğine inandığı İran ile nükleer anlaşmanın zarar görmesini istemediğini, Suriyeli muhaliflere ve onları destekleyen Türkiye  ve Suudi Arabistan gibi müttefiklere güvenmediğini ve aslında Suriye’yi önemsiz ve hakkında mücadele etmeye değmeyecek bir ülke ve mesele olarak gördüğünü o kadar çok belli etti ki, Esad, Putin ve Tahran böyle bir durumda “tek süpergüçten” normalde olması gerekenden çok daha az çekindiler ve bu arada belki 500 bin kişi öldü. ABD kartlarını ve bunları kullanma iradesini biraz daha göğsüne yakın tutsaydı Suriye’de yaşanan yıkım çok büyük ihtimalle bu boyuta gelmeyecekti.

 

 Obama’nın akıllı, bilgili ve birçok açıdan insan evladı bir lider olduğuna şüphe yok ama işte böyle bir lider bile büyük hesap ve taktik hataları yapabiliyor ve bunun sonucunda hem yüzbinlerce insan ölebiliyor hem de ülkesi önemi azalıyor dense de hala dünya siyasetinin en önemli arenası olmaya devam eden Orta Doğu’da ciddi mevzi ve prestij kaybedebiliyor. Donald Trump’ın milyonlarca kusuru olabilir, dünya siyaseti ile bilgi, anlayış ve görgüsü çok çok sınırlı olabilir ama yine de bu emlak kralı Obama’nın anlamadığı bir şeyi anlamış olabilir: Diplomaside tamamen öngörülebilir olmamak ve karşı tarafı şaşırtabileceğiniz ihtimalini onun kafasına sokmanız gerekir. Çünkü siz ne yapacağınız ve ne yapmayacağınızı önceden “telgraf çekerek” belirtirseniz ve haklı veya değil önceliğiniz aslında fazla belaya bulaşmak değilse o zaman hasımlarınız oyunu sizin pozisyonlarınıza göre kurarlar, gerektiğinde sizin etrafınızdan dolaşarak hedeflerine ilerlerler ve sizinle gerçek anlamda bir pazarlık yapma gereği hissetmezler. Obama’nın kimyasal silahlar hakkında çizdiği kırmızı çizgi aşıldığında bile “bunu çok fazla sorun etmemesi” uluslar arası siyasetle ilgili en temel kavramlardan biri olan “şöhret”in (“reputation”) önemini ıskaladığını gösteriyor.

 

Evet, ABD’nin askeri gücü o kadar büyük ki kendisini direk ilgilendiren konularda gerekirse bunu kullanacağından kimsenin şüphesi yok. Ama sorun şu ki, bir süpergüç ve yarı-hegemon olarak ABD’nin çıkarları kendi güvenliğini direk ilgilendiren konuların çok ötesindedir. Ayrıca bu çıkarlar öyle çok, çeşitli ve dağınıktır ki fiziki larak bunların hepsine yetişmeniz mümkün değildir. Ancak gücünüzün ve bunu kullanma iradenizin gölgesi ve şöhreti bu çıkarları korumak için yeterli olabilir. Şimdi anladınız mı ABD’nin şöhretinin çıkarlarını ve iyi-kötü dünya düzenini korumak için ne kadar gerekli olduğunu?

 

Dünya düzeni dediğimiz şeyin çok önemli bir kısmı ABD’nin gerektiğinde onun kural ve normlarını korumak, uygulamak ve karşı çabaları caydırmak ya da bertaraf etmek için bazen başkalarıyla bazen de kendi başına elini taşın altına koyacağı varsayımına dayanır. Şimdi denebilir ki, bu a) bazen Irak’ta olduğu gibi kötüye kullanılmıştır ve b) hem de beceriksizce yapılmıştır. c) Ayrıca ABD’nin artık bu düzeni “koruma ve kollama görevini” tek başına sırtlayacak gücü ve isteği azalmıştır. Doğru ve gerçekten de dünyanın yeni bir düzene geçmesi gerektiği pekala iddia edilebilir. Ama bu geçişin zamana yayılması, tartışılması ve yerine yeni bir şey konana kadar bir ölçüde de olsa ayakta tutulması gerekirdi.

 

Son olarak, kimse Obama ve ABD’den Suriye’yi işgal etmesini istemedi. Suriyeli bu muhalifler bile bunu istemediler ve ummadılar. Ama ABD gibi bir devletin Suriye gibi bir aktöre sözünü geçirebilmesi için onu işgal etmesi de gerekmiyordu zaten. Suriye hava sahasında uçurulabilecek uçaklar, olmadı Beşar’ın saraylarının camlarını “ses bombasıyla” patlatsaydı, bir-iki radar bataryasını, uçak ve helikopter hangarını ya da uçak pistini vursaydı bu kadar ölüm ve yıkım olmayacaktı. Obama bundan “bu işe bir girdim mi çıkamam işin içinden, ihale yine bana kalır” diye kaçındı, generaller de zaten “bu riskli ve maliyetli dediler” ve onun içgüdülerine destek verdiler. Sonuç? Sonuç, IŞİD, Suriye’nin harap olması, İran’ın güçlenmesi, Rusya’nın bölgeye dönmesi, bölgedeki müttefiklerin gözünde inandırıcılık kaybı ve bunların belki yavaş yavaş başka angajmanlara girmeleri. Bu yaşananlar Bush döneminin diğer uçtaki aşırılıklarıyla beraber düşünüldüğünde akla şu soruyu getiriyor: Belki de Obama gibi akıllı uslu bir adam bile ABD’nin çıkarlarının muhasebesini, olayların nereye evrilebileceğini hesaplayamıyor ve her konuya askeri olarak dalmakla pasif, korkak ve etkisiz olmak arasında bir yerlerde sağlıklı bir denge tutturamıyorsa belki de bu ABD Başkanlığı, önceden değilse bile artık bu devirde, imkansız bir meslektir.   


"Gücün Şöhreti Güçtür": ABD'nin Zayıflayan Gölgesi

Yorumlar